[[ -Gitmem lazım Tunç evden on bire kadar izin aldım!
– Hayır yediye kadar izin alsan iyi aile kızıdır deyip izdivaca koşucam… Sabaha kadar kalsan ellenmedik yerini bırakmıycam! Fakat ben bu on bir işini hiç bi zaman anlayamadım arkadaş!
(Bahadır Boysal, L-Manyak , Şubat 2011) ]]
Bazen sadece gülüp geçeriz, bazen de altında neler saklı olduğunu görürüz bir esprinin. Aklımızdan neler geçer söylemeyiz. Ama söylemeliyiz:
Bundan yüzlerce yıl önce geceleri sokağa çıkma yasağı olmayan günler yaşardı kadınlar. Sokakları aydınlatan lambalar olmadığı ve hatta sokaklar olmadığı için erkekler de sokağa çıkmazdı çoğu zaman.
Biz tarlalarda korkusuzca çift süren, erkeğiyle omuz omuza mermi taşıyan, ateşten gömleklerle kendini yakan, memleketin en ücra köşesine öğretme aşkı ile koşarken hiçbir zorluktan gözü yılmayan çalıkuşu ninelerimizin torunları idik.
Bir aralık egemenlik erkeklerin eline geçti. “Dinin en büyük kaybı, kendisini Allah’ın sopası olarak kullanan korkunç bir kesim tarafından reklam edilmesidir” diyordu Yusuf Salman. Asıl mesele, belirli bir kesimin insanlara korku salmak ve onları bilinçaltlarını bu korkuyla döve döve ne zaman hangi hizaya isterlerse oraya getirmek için dini kötüye kullanmalarıdır.
***
Kendisini ne korkutursa ondan kaçmayı ya da onu yakıp yıkmayı belleyen insanoğlu, içkiyi ağzıyla içmeyi bilemediğinden, verdiği hazzın aşırısının hem kadını hem erkeği zarara soktuğunu gördüğünden yasak eder. Dur bu hazdan bilen faydalansın, önüne gelen bunu içip sıçmasın diye. Ama üzümler sonunda dalından koparılacak, şarap olacaklar, birileri de bunları satıp para kazanacaklardı.
Ve işin içine para girince bütün yasaklar yerle bir olacaktı.
Karanlıktan korkar insanoğlu, kızını sokağa salmaz karanlık düştükten sonra köye. Akşam ezanıyla eve girdin-girdindir çoğu evde kızların namus ölçeği. Ama geceleri sokağa salmayı marifet bildiğiniz erkeklere de kadın gerekecektir icabında. Kızlar dalından koparılacak, genelevlere veya sokaklara düşecekler, birileri de bunları satıp para kazanacaklardı.
Ve işin içine para girince bütün yasaklar yerle bir olacaktı.
Köyde Ayşe ile Memo’yu on ikisinde daha bacak arası tüyleri yeni çıkarken everdiler. Everdiler ki, Memo’nun nereye savuracağını bilemediği ergen spermleri sağa, sola, eşeğe ve helâli olmayan karıya kıza savrulup istenmeyen gebeliklere sebebiyet vermesin.
Vermedi mi? Yine verdi. ‘Allah’tan gelen’ dedi, herkes herkesin çocuğunu doğurdu, baktı büyüttü. Ayşe bu durumda Memo için canlı ve içinde çocuk döllenebilen bir prezervatifti.
Şehre göçen Ayşe’ler ve Memo’lar için hayat daha eğlenceli idi ama bir o kadar da zor. Şehir erkeği maymunken aldı, reset’ledi, tekrar insan olması için format’ladı. Kadın ise şehirde hayatın farklı bir tadıyla karşılaştı, para kazanmaya başladı.
Şehir her gün Memo’nun başını döndürecek yeni bir seçenekle çıkageliyordu kapısına. Bulaşıkçılıktan, çaycılıktan, işçilikten sonra iri bedeni ve topraktan gelen sağlam yapısı ile fedai oldu bir kulübün kapısına.
Gözünün önünden her gün paralı erkekler ve onların parasını yiyen aşırı süslü kadınlarla; paralı kadınlar ve onların parasını yiyen aşırı süslü erkekler geldi geçti. İnsanoğlu şehirde maymundan daha bir insana evrimleşmişti. Ama hepsinin sonu ‘keşke hep maymun kalsaydık’ dedirtecekti.
Memo, içkinin içmeyi bilmeyene, azmanın azmayı bilmeyene ne ettiğini, erkekliğini sadece ‘erk’ olarak kullanan erkeklerin zamanı gelince tek bir kadının aşkı uğruna nasıl yuvayı, işi, gücü yıkıp sokaklara düştüğünü gördü. Kadınların hükmedilen gibi göründükleri halde uçkur düşkünü erkekleri peşlerinden tadınca kovalatmayı bildikleri zaman, nasıl hükmeden konumuna geçebildiklerini gördü.
Tabii ki Memo’nun bunlardan öğrenebileceği aklı kadardı. ‘Kadınları öldürene kadar döversen sözünü dinlerler’ kısmını aldı, kabını doldurdu, çıktı eve geldi.
Neredeyse taa bilmemneresine kadar çıplak bacaklardan, arka sokakta ayakta düzüşen onmaz evli çapkınlardan, arabasına binerken eteklerini Memo’nun gözünün içine baka baka sıyıran kadınlardan azıp azıp eve gelen Memo, her gece Ayşe’yi severken dövdü, ama döverken de sevdi. Doğacak çocukların asla birer Memo ve Ayşe olmayacağından bihaberdi.
Arabaya binerken eteklerini Memo’nun gözünün içine baka baka sıyıran o kadın bir gün oldu, yalnız geldi. Çıkarken yalnız değildi ama Memo’ya adres yazılı bir kağıt verdi. Memo kalktı eve gitti. Kağıdı kadına verdi, kadın Memo’ya verdi, çay ile kek. Memo kadının Allah’ına kurban, o nasıl bir şeydi…!
O gece eve geldi. Ayşe’yi sadece dövdü. Yedinci çocuktan sonra artık vücudunda hal kalmayan Ayşe memnun, dayağını yedi, yattı aşağıya. Ayşe ne bilsindi ki, o günki rahatını borçuydu aslında Memo’yu rahatlatan başka bir kadına.
Ayşe’nin dört kızı ve üç oğlu olmuştu. Babaları evden kadının yanına taşınıp para da göndermez olunca Ayşe çalışmaya başladı.
***
Buraya hikâye yazmaya gelmedik. Bu da bir hikâye değil zaten. Memlekette, ve hatta dünyada benzerleri bulunan binlerce Ayşe ve Memo dan sadece ikisi. Neden?
Memo arada bir de olsa uğradığı evde karısını bulamayıp gidip çalıştığı yeri öğrenince… eşek sudan gelinceya kadar dövünce… Ayşe hastanelik olunca… evde herkes aç sefil kalınca… ablaları çalışıp onlara bakmaya başlayan oğlanlar büyüyüp de erk(g)en erkek olunca… ablalarını sağa baktın sola baktın işten geç kaldın diye dövünce…
Çünkü babalarından gördükleri erkek modeli budur
Memo evine taşındığı kadın tarafından damızlık olarak kullanılıp atılınca… tekrar eski işine dönmek için artık çok geç olunca… Memolar’dan olma Ayşeler’den doğma kızlar ve oğlanlar da büyüyüp çoğalınca…
Erk(g)en erkekler sokaklara dökülüp paralı sevişmeler kuyruğunda pazarlık ederken ‘Ama kapıda yirmi lira yazıyor abula’ dedikleri kadınlardan ‘O zaman git de kapıyı becer anam’ ayarını aldıklarında, yaralanan gururlarını spermleriyle sıvadılar.
Sonra ‘Ergen kızlar kaçıyor/vermeyince babası’ türküsü eşliğinde kızlar da kendilerine bir hayat, bir yol çizip, 70’li yılların çiçek çocuklarından etkilenip sutyensiz de yaşayabiliriz, göğüslerimizin ve bizim özgür olmaya hakkımız var çığlıkları eşliğinde sokaklara döküldükleri zaman hepsi ‘Verengül’ oldular. niçin?
Güya, ‘O zaman git de kapıyı becer anam’ diyen kadın kadar bile namuslu olmadıkları için! Verdikleri(!) karşılığında iki çift güzel söz, bir kırmızı gül, bir kere falan da beraber sinemaya gidip, soğuk kafe-barlarda oturmaktan fazla bir şey istemedikleri için!
Ve aslında vermek/almak diye bir şey olmadığını, bunun iki kişinin özeli, mahremi, beyninizin isteği ile harekete geçen vücut sıvılarınızın karşılıklı birbirine iletişimi olmaktan başka bir şey olmadığını haykıramadılar. İsimleri kaldı Verengül.
N’oldu? devran döndü. Erkek egemenliği sazı iyice eline aldı. Kadının iffetini gündüz örtülerle sardı, gece nasılsa iyi aile kızlarının izni saat yediye kadardı.
İşte o zaman hak ettiği şeylerle karşılaştı hiç durmadan devinen doymaz erkek iştahı: Gizli gizli her bir haltı yiyip bâkireyim diyen kızlar!
Bunların başlarını örtüp örtmediği, kıçlarını nerde ve ne zaman açıp açmadığı beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Sen paketi açılmadık bomba istiyorsan, bu bomba da paketinde patlamadan duramıyorsa kardeşim, birileri paketi alttan açar, patlatır, patlatır, ve sana kullanılmamış gibi yollar.
***
Kendisini ne korkutursa ondan kaçmayı ya da onu yakıp yıkmayı belleyen insanoğlu, sevişmekten de korktu, sevişmenin verdiği hazdan. Tıpkı içkiden ve içkinin verdiği hazdan korktuğu gibi kadından ve erkekten, kadının erkeğe/erkeğin kadına verdiği hazdan korktu. Korkarken yasakladı, yasaklarken yıkacaktı. Güçlü olan çaktırmadan yapacaktı, güçsüz olan eline yüzüne bulaştıracaktı.
‘Sevişmek’ diyemedi kimse yüz yıl boyunca buna. ‘Verdi’ dediler, ‘yattı’ dediler, ‘koydum’ dediler. Yeni nesil çevirmenler ‘düzdüm’ dediler, ‘becerdim’ dediler.
Bir kadını bir kere bile sevmeyi beceremezken, ‘Arabada beş evde on beş’ dediler.
Karılarını kızlarını eve kapatacaklar ama kendi zevklerini Türkî cumhuriyetlerinde ve Rus illerinde gani gani tatmin edeceklerdi. Ve hatta o kadar memnun kalacaklardı ki, orada inşaat yaparken oradan kadınlarla muta nikâhı falan yapıp evlenecekler, evlenemediklerini getirip burada satacaklardı, çünkü…
İşin içine para girince bütün yasaklar yerle bir olacaktı.
‘Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler’ diyeniniz var mı? Milenyum geçti aradan ve kadınla erkeğin sevişmesinin almak-vermek değil; SEV-işmek olduğunu anlayan erkekler doğdu bazı güzel analardan.
Fikri tutsak, vicdanı yüzyıllardır erkek egosu tatmin olacak diye ayaklar altında çiğnenmiş, irfanı kilit altında analar değil artık bunlar. Egosunu da pipisini gösterdiği amcalar gibi ön plana çıkararak, hayatın her yönünde bencil davranacak, dikenli yollara gelince de erkekliğin onda dokuzunu uygulayarak “Hayatım sen önden git bana yol aç, ben hemen arkandayım” yalakalığına başvurmayacak erkekler yetişti Allah’tan.
Yanabilen, ağlayabilen, yana yana ağlayabilen, insani duygular da taşıyabilen, insanoğlu şehre göçeli beri ilk defa maymundan bir adım daha ileri gidebilen bir erkek nesli. Kendiyle barışık, bıyıklı kızlarla tanışık, aşırı makyajlı medya maymunlarının tek gecelik saldırılarından kendini korumayı başarmış, BMW ve Blackberry ile bir kadının sadece tenine değebileceğini ama akıllı sohbet ve güzel zamanlama ile derisine dövme gibi işleyebileceğini öğrenen erkekler türedi ve fakat… kadın nesli bozuldu.
Evde de böyledir. Sucuklu yumurta canın çekerse, ya sucuk olmaz evde ya yumurta! Eh siz senelerce sokaktaki kızları ‘Verengül’ diye aşağıladınız, evlenmek için tamir-tadilat görmüş modellerini tercih ettiniz. Şimdi de erkekleri mes mes meleten, sadece kredi kartı limitindeki rakamlara göre sevişen, erkeğin arabasının beygir gücüyle beyin gücünü bir sanan, sevgilisini köle olarak gören ve öyle kullanan, iki akşam yemeğe çağırınca evde babasıyla annesinin prensesi modunda çıktığı çocukla ilgili evlilik lafları açan, her daim tasma ucunda gezdireceği köpek gibi telefon şirketi aracılığıyla ‘ASKMMM NRDSN???’ SMS’leri bitmek bilmeyen, sosyalleşeceğim diye kullandığı ağda bantlarının resimlerini ne idüğü belirsiz sitelerde yayınlayan, biraz uzun sürse hemen kız arkadaşına telefon açıp “ay Meloşşşşş, Burakcan’la kaç aydır çıkıyoruz biliyor musueeeeeeennnn” diye ilişkinin içine eden kızlar türedi.
Welcome to the jungle baby!
Bu saatten sonra size acımamı beklemeyin. Siz yapmamış olabilirsiniz ama dedeleriniz, nineleriniz, öğretmen ve yönetici amcalarınız, elinde sopayla Allah’ın yerine gözümüzü çıkarmak için bekleyen din adamlarınız ve kıçlarından uydurdukları elementleri yazıp yazıp senaryo diye piyasaya veren dizi yazarlarınız etti size(ve bize) ne ettilerse.
***
…nişanlısını tertemiz bapbakire beklerken oğlanın kendisini aldattığını öğrendikten sonra bir gece içip içip sarhoş olup hiç tanımadığı bir erkekle seviştikten sonra ondan hamile kalan ve bir daha asla eline başka erkek eli değmeyen(buyurun külahım) zengin kıza aşık olan aşiret reisi midir nedir genç adamın abisi öldürüldükten sonra yengesi ile evlenip ama kadına asla karım demeyip hala kendinden çocuk doğuran ve onu bekleyen diğer zengin kıza olan aşkını anlatan dizid___. Huh yoruldum. Nokta koyayım da devam edeyim.
Evet bu dizilerdeki kadın ve erkek ilişkileri normal de, elâlemin filmde tatlı bakışlı genç kızları ve güzel gözlü genç erkeklerinin bir öğrenci yurdunun tek kişilik yatağında dokunarak öpüşerek sevişmesini göstermesi anormal değil mi?
Bence de. Erkekler. Beter olun.
o kadar güzel yazmış ve bazı şeyleri o kadar güzel aktarmışsınız ki söyleyecek başka hiçbir şey kalmamış..yine elinize sağlık…