Memleket dört tane öküzün boynuzları üzerinde duruyor. Galile’den beri bir arpa boyu yol alamadık. Haritadaki yerimizi tabaka halinde kaldırıp, götürüp Atlas okyanusuna atsalar da kurtulsak. Çünkü Küba pürosundaki tütün tabakaları gibi sarmal sarmal iç içe olamayacağız hiçbir zaman. Ancak Amerikan sigarası Marlboro’nun tütünü gibi ince ince kıyabilirler bizi. Kıyarlar mı bize? Kıyarlar.
Adamlar belki yüz senedir bunu bekliyorlar. Bu cümleler de “Kimse Türkler’in bir adım ileri gitmesini istemiyor” komplo teorisinin kafamda paranoya ile beraber vücut bulmuş hali.
Bitmeyen bir Mad Max filmi sahnesi yaşıyoruz memleketcek. Arkada bilmem kaç beygir gücünde akla hayale gelmeyecek tipte canavar arabalar, önde biz. Biz kimiz, iyi miyiz kötü müyüz bilmiyorum bu arada.
Mezopotamya denen tarihin en eski medeniyetini mahvetmişiz. Tüm insanî fikir ve zikirlerden vazgeçmişiz. Ölüye güler, düğüne ağlar olmuşuz. Halbuki biz, Anadolu insanı böyle değildik ama artık imece usulüyle kötülük taşıyoruz yüreklerimizde. Tarlalarımız gibi kalbimizde de İsrail tohumları ekili. “Aman bizi üzerinde taşıyan o öküzlerin boynuzları ileri geri kımıldamasın” diye, onlara habire kendi Reza’mızla yem taşımakla meşgulüz.
Hayko Bağdat gibi utanç duymuyorum olanlardan. Herkes kendi suçundan sorumlu olsun, herkes kendi hırsızlığından ceza çeksin ve herkes kendi ayıbından utanç duysun. Ben daralıyorum, boğuluyorum, nefes alamıyorum ve nefretle doluyorum artık olan bitenleri izledikçe.
İnsanoğlunun bu ve öteki dünyadaki refahını sağlamak amacı güderken, amacı, o insanoğlunu sürüler halinde gütmek olmuş her türlü kişi, kurum ve kuruluştan nefret ediyorum.
Faşizm, kapitalizm, Kemalizm, sosyalizm, Marksizm, Leninizm, komunizm, liberalizm gibi sonuna ‘izm’ getirilerek bir topluluğa hükmetmeye çalışan tüm kelimelerden ve ırkçı, milliyetçi, sendikacı, sağcı, solcu, ulusalcı gibi sonuna ‘ci’ getirilerek birilerini sözde birleştirmeye çalışan kelimelerden nefret ediyorum.
Sosyalizm diyorum mesela, bizim neyimize?Biz eşit, kardeş ve özgür olmamak üzere programlanmış, planlanmış ya da alın yazısı öyle yazılmış bir coğrafyanın çocuklarıyız. Öyle olmasak Fransızlar ayaklandığı zaman biz de eşitlik, kardeşlik ister ayaklanırdık. 18. yy Fransa’sındaki insanlar insandı da Anadolu’daki halk maymun muydu? Hiç sanmıyorum. Ama onlara yetmeyen “bir lokma bir hırka” yetti bize. Onlar ayaklandı bize “kır ayağını evinde otur” dendi. Biz de oturduk. Sebebi bu.
İnsanı insana eşitleyemiyoruz ki; kadını erkeğe, işçiyi memura, köylüyü kentliye, sağcıyı solcuya, Kürt’ü Türk’e eşitleyelim. Gelip bana diyorlar ki, barınaktaki hayvanların durumuna üzülmüyor musun? “Barınaktaki köpekten daha şanssız bir sürü insan var” diyorum, susuyorlar.
Hayvanların durumuna üzülmek için sıkı bir hayvansever olmak gerekmiyor. Tıpkı memleketin durumuna üzülmek için o’cu şu’cu bu’cu olmak gerekmediği gibi.
Ben memleketimiz bölünecek mi acaba diye kahrolurken, bir başkası o bölünmeden kendine ait ülke kurulacak mı acaba diye yanıp tutuşuyor. Kimin haklı kimin haksız olduğuna, yıllar önce, bilerek ve isteyerek bir halkı dörde bölüp dört ayrı ülkenin sınırlarına dahil edip, siz burada sessiz sedasız yaşayın derken karar verilmiş zaten.
Bu meselede herkes haklı ve herkes haksız. O yüzden, memleketi boynuzları üzerinde taşıyan öküzler, Saramago’nun Yitik Adanın Öyküsü’nde anlattığı gibi birbirimizden kıta sahanlığı bazında ayrılmadan kardeşçe, eşitçe, özgürce yaşamamıza izin vermeyecekler.
Biri diğerlerini gafil avlayıp yükünü boynuzundan attığı zaman, tüm ülkede yer yerinden oynayacak, tüm dengemizi kaybedeceğiz ve olanlar olacak. Şuursuzca, evet cahilce demiyorum, resmen şuursuzca güce tapanlar “Eyvah geç kaldık!” bile diyemeyecekler o zaman. Çünkü dünyadaki güç dengeleri bu memleketteki gücü de, şimdiki iradeden alıp başka iradeye verdiği zaman; ah vah etmek için çok geç olacak.