Bulunduğum kasabaya 10 yataklı bir hastane yaptılar. Daha önce mevcut olan üç aile hekimli sağlık ocağı, tüm elemanları ve ekipmanı ile yeni hastaneye taşındı.
Yeni yerlerine geçen doktorlarımıza ‘hayırlı olsun’a gittik. Üç aile hekimimizden hariç başhekim olarak atanan Doktor Bey’le sohbet ederken, birkaç gün önce yaşadığı bir olayı anlattı.
Hastanenin bekleme salonunda göz yaşları içinde otururken binanın bir sağına bir soluna bakıp tekrar ağlamaya devam eden bir amcaya rastlamış:
“Hayırdır amca ne oldu, neden ağlıyorsun?” diye sormuş.
“Ey oğul, ben 80 senedir buralıyım. Burası burası olalı böyle bir hizmet görmemişti. Bu ne güzel bir hastanedir. Allah başımızdakilere zeval vermesin diye ağlıyorum…” diye cevap vermiş amca.
Doktor Bey’in de gözleri dolmuş, ağlayası gelmiş. Nitekim hikâyeyi dinlerken ben de duygulandım.
Çünkü biz duygusal bir milletiz. Babam, otobandan geçerken her seferinde rahmetli Özal’a dua eder; Bolu dağı tünelinden geçerken taa ne zaman başladı ama bitirmek kime nasip oldu diye bitirenlere.
Yüzyıllardan beri hakkımız olanı bize verenlerin bunu bir lütuf haline getirmesine alışkınız. Padişahlıktan, teb’a olmaktan kalma bir gelenek bu. Üstelik bu lütfu biz, kendimiz de kabul ediyoruz.
Tıpkı seçime çeyrek kala mahallelere asfalt döken belediyelerin zihniyeti gibi… Zaten vermesi gereken hizmeti, tam da halktan bir şey istemesi gerekirken yapıyor ki; vatandaştan oyunu kolayca alabilsin. Halbuki 2015 senesinde bayındır ve turistik bir ilçenin, inşaatları ve alt yapısı tamamlanmış caddelerinin zaten asfalt olması gerekmiyor mu?
Yaş ortalaması 65 olan kasabamda, halkın çoğunluğu şeker, tansiyon, kolesterol hastalıklarının biri veya birkaçından mustarip. Ama bin bir tantana ile yapıldı-yapılacak, bitti-bitecek derken, kaç senelik bekleyişten sonra açılan yeni hastanemizde, bu hastalıklar adına rapor çıkarabilecek bir uzman hekim gelme ihtimali bile görünmüyor.
Sadece aile hekimleri daha sağlıklı ve ferah ortamlarda hasta bakacak ve hastalar daha geniş koridorlarda bekleyecek. Hastalar rapor yeniletmek veya yeni rapor çıkartmak için daha en yakın daha büyük ilçeye, ta da ile gidecekler. Batı cephesinde değişen bir şey yok yani. Ama dış cephesi camlı ve büyük bir hastanenin yapılıp bitirilmiş olması, bizlere, bizi yönetmek için seçtiklerimizin bir lütfu gibi geliyor. Çünkü iyiyse Allah’tan, kötüyse yine Allah’tan gelir bizim inancımızda. Tevekkül, başöğretmenimizdir.
Bu yüzden kararsızlar değil, bu duygusallık ve inanışla kime oy vereceğine kesin emin olanlar belirler seçim sonucunu. Kendi içimizden, bizi temsil etsin diye seçtiklerimizi Ankara’ya yoladıktan sonra, onların bizden üstün olduğu inancı hakim olur bizim memleketimizde. Ankara’ya gittikten sonra nedense “Büyük adam oldu” dediklerimiz; belki de büyük büyük siyah arabalara bindiklerinden; bizim yüzümüz suyumuz hürmetine o koltuklarda oturduklarını düşünmezler. Bizlere teşekkür etmek için gelmezler. Biz onların yollarına dökülürüz.
Bizde şöyle bir slogan yoktur:
EL PUEBLO UNIDO JAMÁS SERÁ VENCIDO!
Bence çevirisi: Halk birleşince yenilmez olur…
Bizde olmaz. Halk birleşmez. Çünkü ezildiğini bilmez. İtaat ve itikat; başkaldırı sanılan hak aramaktan her zaman daha önce gelir. Biat etmek, başöğretmenimizdir.
Birileri daha iyi sağlık hizmeti istediğini dile getirir. Bulunduğumuz kasabaya 10 yataklı hastane yapılır. Amcanın biri hastane duvarlarına bakıp ağlar. Büyük büyük adamlar, 60 sene önce başka büyük büyük adamların yapmış olması gereken hastane binası sayesinde ve yüzünden halktan oy isterler. Ve bu böyle sürüp gider.
Sonra, seçiminiz “hayır”lı olur.