Bir sokak köpeği gibi onurlu ve başı dik…
Fransa’da yayımlanan mizah ve hiciv dergisi Charlie Hebdo’ya baskın yapılıp, iki güvenlik görevlisi dahil 10 dergi çalışanının hayatını kaybetmesinin üzerinden 8 gün geçti. Olayın, derginin İslamiyet’e ve İslam dininin peygamberi olan Hz Muhammed’e saygısızlık eden karikatürler çiziyor olması nedeniyle patlak verdiği iddia edildi.
Birileri #JeSuisCharlie dedi. “Ben Charlie’yim.” Biri #JeNeSuisPasCharlie dedi. “Ben Charlie değilim.”
O sürüden ayrılan koyun muydu? Hayır. Koyun sürüsüne dahil olmak istemeyen bir “insan”dı.
Ben de Charlie değilim. Fransız dilinde değil kendi dilimde söylüyorum: BEN TUĞBA’YIM.
Her ölenle ölen olduk. Bazılarımız, Hrant Dink ile “Hrant” olduk. Bazılarımız Filistin’le “Filistin”, bazılarımız Uygur Türkleriyle “Uygur Türkü”, bazılarımız Kobani Kürtleriyle “Kürt”, kimimiz Charlie Hebdo ile “Charlie”, kimimiz de Cumhuriyet gazetesi ile “Cumhuriyet” olduk.
Sadece “Biz insanız” demeliydik, diyemedik. Halbuki tek olmamız gereken buydu, olamadık.
Ben Tuğba’yım. Önce bir insanım. Sonra bir kadınım.
Maalesef bir insanım. Çünkü, eğer dünyaya bir köpek olarak gelseydim ve insanoğlunun yaftalama hiyerarşisinde adıma “sokak köpeği” denseydi; insanlar tarafından elmas işlemeli tasmalar takılarak, altın mama kaplarından süt içirilen hemcinslerimden bihaber, yarı aç yarı tok yaşayacaktım. Bir kamyonun altında kalarak ya da bir çöp kenarında soğuktan donarak ölene kadar sürecek olan ortalama üç vakitlik hayatımı, onurlu ve başım dik sürdürüp gidecektim.
Madem bu dünyaya insan olarak geldim ve bir köpeğin haberdar olamayacağı haksızlıklardan, ölümlerden, zulümlerden haberdarım, o zaman hayatımı onurlu ve başım dik sürdürebilmek için din-dil-ırk ayırmadan her zulüm görene eşit olarak üzülmem, her ölene eşit olarak ağlamam gerekiyor.
Son peygamber Hz. Muhammed’e inanmayı emreden İslam dini, diğer peygamberlerin de Allah’ın peygamberleri olduğunu inkar etmememizi öğütler. Bir kişi, kuruluş, ya da yayın organı İslamiyet’e saygısızlık ediyorsa, ona bu yüzden kızıp, örneğin Hristiyanlığa saygısızlık ettiği zaman “Amaan bana ne” dersem, bu İslamiyet’teki adalet duygusuna sığmaz.
Küçük bir örnekle, çocuğumun öğretmeni benim çocuğumu haksız yere cezalandırdığı zaman ortalığı birbirine katıp; başkasının çocuğuna aynını yaptığı zaman “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dersem, o yılan gelip bir gün beni de sokar.
Yukarıda adı geçen ve neredeyse tüm dünyayla beraber Türkye’yi de birbirine katan Charlie Hebdo isimli Fransız dergisi, sadece İslamiyet ve Hz. Muhammed’e hakaret ve iftiralar içeren karikatürler çizmemektedir. Derginin sayfaları, Hristiyanlık ve Musevilik dinleri de dahil olmak üzere dünyadaki tüm kutsallara kendilerince komik olan hakaretler içeren çizimlerle doludur.
Benim özgürlüğüm, senin özgürlüğünün başladığı yerde bitiyorsa; benim köpek sevme ve bakma özgürlüğüm, köpeğim komşunun bahçesini kazıp, onun çimenlerine hacetini görmeye başladığı anda bitiyor demektir. Kimse, sevsin ya da sevmesin, bir başkasının sevdiği şeylerin pis sonuçlarına, kendi evinde, kendi ortamında, hele ki hakarete uğrama derecesinde katlanmak zorunda değildir. Buraya kadar hemfikir miyiz?
Bir insan, her türlü dini inanca karşı çıkabilir, sorgulayabilir, inanmayabilir, bu böyle değildir diye iddialar ortaya atabilir, okuyup, araştırıp, söylenilenlerin ya da anlatılanların aksini ya da değişiğini ispat etmeye çalışabilir. Buraya kadar kendi bahçesinde oynamaktadır. Ama inananların neden inandığını izansızca sorgular ve onların inandığı şeylerin kötü, saçma yahut yalan olduğunu, üstelik kendince kötü ve sürekli belden aşağı vuran bir dil geliştirerek söylemeye, özellikle de gözümüze sokmaya çalışırsa, kendi bahçesinden dışarı çıkmış, başkasının bahçesini pisletmeye başlamış demektir.
Eğer din ve inançların eleştirilecek yanı varsa, bence, tüm dinlere ait ruhani liderlerin, neden bir kere olsun o altından yapılmış tahtlarından, yerleri süpüren atlas cübbelerinden, sıcacık saraylarından çıkıp bir araya gelmediklerini ve özgürlüğü, kardeşliği, eşitliği, komşusu açken tok yatmamayı, yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi, öldürmemeyi, çalmamayı, yalan söylememeyi, hak yememeyi emreden dinleri adına, neden zengin-fakir, siyah-beyaz tüm insanların iyiliği için ortaklaşa çalışmadıklarını sorgulamak gerekir.
Eğer din ve inançların eleştirilecek yanı varsa, bence, sadece İslam dinine hakaret ettiği için bir terör örgütünün saldırısına uğrayan 12 hukuken masum insanı katledenlerin yanında yer alan densizleri sorgulamak gerekir. “Ben bu dine inanıyor olabilirim, ama senin inancın da benimkinden aşağı değil” demeleri gerekirken, inanç ya da herhangi bir mevhumu eleştirirken hakaret etmeden yapılması gerektiğini söylemekten uzak; sadece kendi inanış biçimine hakaret edildiği için, ama kendi inanış biçimine de -farkında olmadan- karşı gelerek, Allah’ın verdiği canı almaya kendinde hak görenleri sorgulamak gerekir.
Eğer din ve inançların eleştirilecek yanı varsa, bence, neden Katolik mezhebinde bu yüzyılda bile boşanmanın imkansız kadar zor olduğunu, neden tüm insanların eşit yaratıldığına inanılıyorken, Hz. İsa’yı zenci olarak tasvir eden bir şarkıcının dinden kovulduğunu, neden kadınların recm denen bir ceza ile taşlanarak öldürülmeye reva görüldüklerini, neden aşırı uç bir suç örgütünün Nijerya’da bir seferde 2000 insanı öldürmeye cesaret edebildiğini sorgulamak gerekir.
Eğer din ve inançların eleştirilecek yanı varsa, bence, İsrailoğullarının kendilerine vaat edilen topraklar diye ilan ettikleri bir yere gidip, tepeden inme yerleşip, ondan sonra da oradaki başka inanıştaki bir halkı ateş altında bırakarak neden masum canı almaya devam ettiklerini sorgulamak gerekir.
Eğer din ve inançların eleştirilecek yanı varsa, bence, ülkenin en büyük din otoritesi, insanın sadece kendi vücuduna zarar verebileceği bir durum olan dövme yaptırma konusunda fetva vermeyi ihmal etmezken, bir sözde din görevlisinin, “6 yaşındaki kız çocuğu ile 25 yaşındaki bir erkeğin nikahı kıyılabilir” diye çocuk tacizcisi olarak cezalandırılması gereken konuşmalarını neden yalanlamaz ya da o kişiyi din hakkında konuşmaktan men etmez diye sorgulamak gerekir.
Eğer din ve inançların eleştirilecek yanı varsa, bence, neden dünyanın orta ve doğusunda ölen/öldürülen binlerce masum kadın/çocuğun, dünyanın batısında ölen/öldürülen bir masum kadın/çocuk kadar kıymeti yok diye sorgulamak gerekir. Eşitlik ve haktan yana söylenecekleri söylerken mangalda kül bırakmayanlar devlet adamlarının, neden herkesin sınavla alındığı iddia edilen devlet kadroları için akrabalarını kayırırken bile Kur’an’dan ayetlerle kılıf hazırlamaya çalıştıklarını sorgulamak gerekir.
Bunları sorgulamazken, kendine yapılmasını istemediğin bir şeyin başkasına da yapılmasını istemezken; “Amanın Fransız dergisinde benim dinime, imanıma hakaret ediyor şerefsizler!” diyerek yaygara koparmanın hiç bir anlamı yoktur. Eğer bu tetikçiler Avrupa’da ve dünyada Müslümanların tahammülsüz olduğunu iddia etmek ya da ispatlamak için tutuldular ise, bu görevlerini başarıyla ifa etmişlerdir. Fransa’dan oluşan tsunaminin, Türkiye’ye yayılan dalga boyları, bazı haddini bilmezlerin, Charlie’yi savunanları dinsiz, kendilerini ise süper dindar ilan edecek bir körlük içinde olmalarına kadar varan bir sosyal medya savaşı haline gelmiştir.
Batının istediği dünyanın orta ve doğusunu böyle basit ayak oyunları ile birbirine düşürmek ise, bunda başarılı olmak yolunda ilerlemektedirler.
Körlük içinde “şu” veya “bu” olmadan, önce insan, sonra kendimiz olmamız yetecektir.
Ya da onurlu ve başı dik yaşayabilmek için, bir sokak köpeği olarak doğmuş olmayı dilemekten başka çaremiz kalmayacaktır.