Babaannemi her pazar günü ziyaret ederim. Öyle oradan, buradan, şuradan konuşuruz. Genellikle ben konuşurum, o dinler. Pek karışık konulara dalmam aslında. Bu sefer nasıl olduysa benim de kafa karışıktı. Konuya bodoslama dalmışım:
– Babaanne duydun mu IŞİP Nusul’a girmiş?
– Girecek tabii! Petrol var orda! Onlar girmesin de seksen yaşındaki babaannen mi girsin?
– Haydaaa? Sen nerden biliyorsun petrolü? Hem IŞİP ne onu bile bilmezsin!
– Yaşlıyım diye salak mıyım sandın? Sen değil misin bana bunca senedir oradan, buradan, şuradan haberleri anlatıp duran? Senden önce rahmetli dedenle her saat başı acans dinlerdik biz. Ondan önce de nurlar içinde yatsın babam dinletirdi haberleri. Burada sadece devlet kanallarını açıyorlar. O kanallarda kimden en çok bahsederlerse onun en çok sevilmediğini bilecek kadar yaşadım kızım ben. Hem “Nusul’a girdi” dediğine göre o IŞIK mı ne zıkkımsa onlar silahlı adamlardır değil mi?
– Ay inanmıyorum babaanne yaa? Eee petrolü nereden çıkardın peki?
– Kızım rahmetli dedem 1985’te Nusul’da askerlik yapmış.
– 1985 mi?
– Amaan seksen beş doksan beş! Yüz yıl için ne lafımı kesiyorsun? Neyse işte. Bütün köyü başına toplar, o askerlikte başına gelenleri bir bir anlatırdı “Kazmayı vurduk, kara bir şey fışkırdı torpahtan. Sonra gomtan bize üzerine daş attırıp, gömdürüp, bundan da kimseye bahsetmeyin diye bir de bizi eşek sudan gelinceye kadar dövdüydü” diye.
– Kimseye anlatmayın dediyse neden herkese anlatırdı ki?
– Neden olcek? İsyankâr kafan nerden gelir sanırsın a benim akıllı kızım?
– Tamam. Nusul’daki petrolü dededen bildik. Peki, orayı alıp n’apacaklar?
– N’apacaklar, ülke kuracaklar elbet! Babam derdi ki ta o zamanlar memleketlerinin dörde bölündüğünü söylermiş bizim güneydoğuda yaşayanlar. Bir parçası bizim memlekette, diğer parçaları Muriye, Kırak, ve Piran’daymış. Dilleri var, dinleri var, ırkları varmış ama ülkeleri yokmuş. Sonra bu Mahudiler var ya bu Mahudiler, onlar 1948’de Milistin’de tepeden inme Fisrail devleti kurunca bunlara da gün doğmuş. Yahu adamlar göçe göçe dağdan gelip bağdakini kovarak ülke kuruyor da; bizim güneydoğudakiler yıllardır yaşadıkları topraklarda ülke kurmayı istemişler çok muymuş?
– İyi de babaanne adamlar oralarda ülke kurarlarsa, o petrol de onların olur. Olmaz mı?
– Yok öyle yağma. Bir de gazatacı olacan başımıza. Ülkeni kur, petrolünü ver. Fifti-fifti. Sam amcayı bildin mi? Sen hiç bacakları olsun diye sesini kaybeden denizkızının masalını da mı okumadın bre cahil! Her şeyin bir bedeli var. Özgürlüğünki öyle ağır işte.
– Bunu da anladık sayalım. Peki, bütün bunların bizim memleketteki seçimle ne alakası var?
– Ah benim ayakta uyuyan evladım! Siz değil miydiniz “Yetmez ama evet” diyerek sandıklara koşup oy veren! İşte o sandıkta cumbabamızı da biz seçecez dediniz. Partili, sloganlı, amblemli, seçim kampanyalı cumbaba seçmek istiyoruz, dediniz. Aslında ne dediğinizi siz de bilmiyordunuz ya, maksat “evet” demek olsun diye dediniz. Hâlbuki bizim memlekette halkın başı tüm halkı kucaklamalıdır. O parti bu parti gütmeden kavuşturucu, yara sarıcı, yatıştırıcı bir görev üstlenmelidir. Onun da partisi olursa biz kavga etmeden duramayız ey akıllı kızım. Üstelik seçim olmuş bitmiş gibi adaylardan biri “Mankaya’yı müze yapacağım, yeni binama taşınacağım” diyor. Yani ne diyor? Eski yönetiminiz müzelik oldu, camekânda sergilenecek artık. Memleketten Atamı kaldırmayı o kadar çok istiyorlar ki A.O.Ç’nin A’sını yıktılar; geriye ne kaldı: O. Ç.ingene. Yeni sistem şöyle olacak; O Çingene’ye beylik vermişler, gitmiş adadakini salmış. Mesele sadece cumbaba seçimi değil, sen hala anlamadın mı ey akılsız kızım?
– Tamam da halk kimi isterse o olsun, nerede isterse orada otursun. Ne var bunda?
– BOP var! Hey Allah’ım sen bana sabır ver! Hadi git şimdi. Haftaya biraz düşün taşın öyle gel. Ziyaret saati doldu.
Babaannem erkek kardeşimi dövdü diye seneler önce annem tarafından akıl hastanesine yatırılmıştı. Hâlbuki çok yaramaz olan erkek kardeşim, kahvaltıda ille de pizza isterim diye tutturunca “Ulan tarhana çorbasının pizzadan ne eksiği var; unsa un, domates ise domates, biber ise biber kıyma ise kıyma” diye şakacıktan ona kızarken; kardeşim kendini sandalyeden atmış ve kafasını yaralamıştı. Babaannem bu konuda hiç konuşmadı, keza annemin gazabından korkan kardeşim de öyle. Yıllar sonra kardeşimin duygusal bir anında itiraf ettirmiş ve her hafta ziyaretine gittiğim babaanneme bunu söylemiştim. “Geç kalmamış mı?” demişti. “Yine olsa yine yedirirdim o tarhanayı o kerataya! Oh olsun!” diye de gülmüştü.
Ben ziyaret için içeri girdiğimde ziyaret saatine yetişemeyip dışarıda beklemek zorunda kalan en yakın arkadaşım sordu:
– Nasıl babaannenin aklı yerinde mi?
– İyi ki burada kalıyor.
– Neden yahu?
– E dışarıda olsa Merkebekon’dan içerdeydi zaten!