Tuğba Turan: İyi akşamlar! Size kırmızı halının üzerinden sesleniyorum. Bu akşam Gölge Dergi’nin düzenlediği 10. Yıl Ödül Törenleri’ndeyiz. Ben Tuğba Turan, bu tür festival ortamlarına alışkın olan sinema yazarımız Sayın Hasan Nadir Derin’le beraber sizlere bu geceyi sunmaya çalışacağız. En kötü Oscar sunucuları arasında ilk sıralarda yer alan James Franco ve Anne Hathaway yerine bizi izleyeceksiniz, pardon okuyacaksınız.
Hasan Nadir Derin: Dilerseniz ufak bilgiler ile başlayalım sunumumuza: James Franco sunduğu 2010 yılı Oscar törenlerinde 127 Saat filmi ile ‘en iyi erkek oyuncu ödülü’ne adaymış, ama alamamış.
TT: Peki o zaman devam edelim. 16 Mayıs 1929’daki ilk Oscar töreni tam 15 dakika sürmüş.
HND: 26 Mart 1958’deki 30. ödül törenini Bob Hope, Rosalind Russel, David Niven, James Stewart, Jack Lemmon’un yanı sıra kim sunmuş biliyor musunuz? Donald Duck!
TT: Donald Duck’ın animasyon olarak Oscar törenini sunması tarihteki en garip sunuşlar listesinde yerini almış Sayın Derin. Şimdi biz Gölge ve Lisbeth’in maceralarından en fiyasko olanını açıklıyoruz: Hikayenin adı, DÜNYANIN EN PAHALI SÜRPRİZ YUMURTASI. Bu bölümde agresif kahramanımız Ybani, Danny Ocean’a (George Clooney) olan aşkı yüzünden Florida’daki St. Petersburg’a gitmişti. Tek hatası Ocean’s 11 filminin 2001 yılından çok çok önce 1960’ta çekilen ilk filmin yeniden yapımı olduğunu bilmemesiydi. Böylece onu Danny Ocean rolünde George Clooney değil Frank Sinatra karşılamıştı!
HND: Ne fiyasko ama! Film bilgisi biraz daha engin olsaydı benim gibi, bu hataya düşmezdi sanırım!
TT: Bakalım kırmızı halıda kimlerle karşılaşıyoruz? Ooo şu anda yanımızda Arnold Schwarzenegger var.
HND: Arnold Bey sizce Terminatör’ün suyu çıkmadı mı artık? Daha ne kadar ekmek yiyeceksiniz bu hikayeden?
Arnold Schwarzenegger: I’ll be back.
TT: Anlaşılan Arnold Bey daha yenecek ekmek var diyor Sayın Derin. Evet şimdi de Sir Elton John bizimle Sayın seyirciler.
HND: İyi de hiçbir hikayemizde yoktu ki neden gelmiş acaba?
TT: Yıllar önce Marilyn Monroe için yazdığı ‘Goodbye Norma Jean’ (Norma Jean: Marilyn’in orijinal ismi) diye başlayan ‘Candle in the wind’ isimli şarkısının sözlerini, yıllar sonra Leydi Diana öldüğü zaman ‘Goodbye England’s Rose’ diye değiştirerek yüz binlerce kopya daha satan adam değil mi bu? Bir yolunu bulmuştur elbet!
HND: Öyle demeyin Sayın Turan Oscar’lı şarkısı var Elton John’un. Arslan Kral filminden “Can you feel the love tonight”. Dinleyelim bakalım:
Elton John: “And can you feel the love tonight?
It is where we are
It’s enough for this wide-eyed wanderer
That we got this far
And can you feel the love tonight
How it’s laid to rest?
It’s enough to make kings and vagabonds
Believe the very best”
TT: Hasan Bey biliyor musunuz Billy Crystal 1991 yılındaki törene sahneye Hannibal maskesi ile çıkmıştı. Çünkü o yıl_
HND: Ha evet o yıl Kuzuların Sessizliği en iyi film Oscar’ına aday olup heykelciği kucaklamıştı. Yani şimdi kimi ağırlıyoruz?
TT: Anthony Hopkins!
HND: Evet ve bambaşka bir rolle: Westworld dizisindeki Dr. Robert Ford rolüyle.
Anthony Hopkins: Hata! Kullanmaktan utandığın kelime bu. Utanmamalısın oysa. Sen de trilyonlarca hatanın ürünüsün. evren bu gezegendeki tüm canlı yaşamı bir malzemenin üzerine kurmuştur: Hata. Yalnız artık evrimin iplerini elimize aldık değil mi? Her hastalığı tedavi edebiliyoruz, en zayıfımızı bile hayatta tutabiliyoruz. Ve bildiğin gibi belki bir gün ölüleri de dirilteceğiz. Lazarus’u mağarasından çıkaracağız. Bu ne demek biliyor musun? Artık bittik. Sonuna kadar geldik…
TT: Anthony Bey bizi Westworld’ün ilginç söylemlerinden biriyle karşıladı, kendine teşekkür ediyoruz. Şimdi Gölge’nin en romantik bölümünü seçmeye geldi sıra.
HND: Evet, Gölge’nin aşkı Aşkın Gölgesi macerası ‘en romantik bölüm’ seçildi.
“Perdeleri kapatmadan kendimi neon ışıklarının hengamesine kaptırdığım bir gece, kocaman vitrin camımın önünden bir siluet geçiyor. Bir mumya. Bütün vücudu sargılarla kaplı bir adam. Yüzünü göremiyorum ama boyunun, posunun, omuzlarının endamından erkek olduğu belli.”
TT: Ve sinema filmine çekilecek olsan bu bölümde bahsi geçen mumyalar içindeki adamı kimin canlandırmasını istersiniz diye sorduk kim çıktı bilin bakalım?
HND: Tabii ki Tom Hardy!
Gölge: İnanmıyorum! Dark Knight Rises’da, Taboo’da, Madmax’te, Legend’da, The Drop’ta seyrettiğim adam şu anda yanımda! Sanırım bir Gölge olsam, Kendi gölgem olmayı ve Tom Hardy’nin üzerine düşmeyi isterdim!
Tom Hardy: The shadows betray you because they serve me / Gölgeler size ihanet eder çünkü bana hizmet etmektedirler…
TT: Gölge bayıldı! Koşun yetişin! Bayıldı ve bayılırken sahneye doğru gelmekte olan Tom Hardy’nin üzerine düştü. Yakışıklı aktör, genç kadının kafasını merdivenlere vurmasını önledi. Ne yalan söyleyeyim, ben de bayılacak olsam ortalıkta Tom Hardy gibi bir adam varken bayılmak isterdim! Öhöm, neyse devam edelim!
HND: (fısıldayarak) Tuğba Hanım siz sakın bayılmayın, programı bitirelim. Yönetmen canlı yayında daha fazla rezalete izin vermez sanırım. (seyirciye dönerek) Ah bakın kimler geliyor!
TT: Evet Morgan Freeman ve Jim Carrey bizimle Sayın seyirciler. İkiliyi Bruce Almighty filminden hatırlıyoruz.
Morgan Freeman: Tanrı olmak zordur muhtemelen gençler ama Tanrı’yı oynamak daha zordu. Kötü bir taklitçiden öteye gidemedim.
Jim Carrey: Ben de “Yes to all” diye her şeye evet deyince tüm hatlar karışmıştı dünyada. Ama siz öğrendiniz her şeye evet denmeyeceğini.
TT: Eh belki hala aramızda öğrenemeyenler vardır. Mesela ben! Bu Gölge ve Lisbeth grev yaptığı zaman her şeye evet demiştim sanırım işe geri dönmeleri için!
Marquez: Her şeye evet dememiştiniz, kızların insani istekleri vardı, onlara evet demiştiniz! Bunda benim de payım vardı sanırım Tuğba Hanım. Yoksa kızlar hala grevi devam ettireceklerdi, siz de kahramansız kalacaktınız!
TT: Haklısınız Sayın Marquez, bir kez daha hoş geldiniz! Bayanlar baylar, karşınızda Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez!
Marquez: Edebiyat marangozluktan farklı değildir. İkincisi gerçekle uğraşmaktır ve o da işlemek için odun kadar sert bir malzemedir.
(Alkışlar, alkışlar, alkışlar…)
HND: Teşekkürler, teşekkürler… Barış Manço ağabeyimiz de bizi kırmamış, gelmiş Sayın seyirciler.
Barış Manço: Gençler ne güzel işler yapıyorsunuz, dergiler, hikayeler, çizgi-romanlar! Sizinle gurur duydum. Ve duydum ki 10 yıldır gönüllülük üzere yapıyormuşsunuz bu işleri! Ayrıca da tebrik etmek için geldim. Bir de dörtlük okuyayım size madem geldim:
“Sapa kulpa kapağa itibat etme dostum İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum İçi boş insanların bu dünyada yeri yok!”
TT: Ağzınıza sağlık Barış Ağabey. Siz varken dünya daha güzel bir yerdi, Allah’tan giderken bize bıraktıklarınız var da onunla avunuyoruz buralarda… Evet bu kadar duygusallık yeter, canlı yayındayız. Hasan Bey bir şey diyeceğim, Ocean’s 14 çekilmeliydi bence.
HND: Neden suyu çıksın diye mi?
George Clooney: Fast and Furious’un suyunu çıkardılar da ne oldu arkadaşlar! Her şey para için değil mi! Koskoca sektör bu!
TT: Bakın kimler aramızda! Sayın Clooney!
HND: Siz sinemayı Las Vegas’taki kumarhane işletmeciliğiyle karıştırıyorsunuz Sayın Clooney! Sinema yedinci sanattır.
Brad Pitt: Ya siz onu ciddiye almayın. Oceans’ın devam filmini kadınlarla çekiyorlar diye sinirli biraz!
TT: Sayın Brad Pitt siz de iyi oyuncusunuz ama ben Pitt mi Norton mu deseler Norton derim maalesef.
Edward Norton: Hep öyle diyorsunuz ama bunun ekmeğini hep Brad yiyor. Angelina’yı filan kapan hep o!
HND: Sayın Norton sizin karizmanız yeter. Öyle bir kadın oyuncu ile isminizin anılmasına gerek yok ki.
Daniel Craig: Bir de James Bond filminde oynamayı deneyin. Bakın bana! O siyah dar takım elbiselerin içinde inşaat, orman, çöl, çamur demeden koşturup tüm karizmamı sağlama aldım.
Tom Cruise: Karizma deyince lütfen kimse öne çıkmasın. Görevimiz Tehlike ekibi ve ben yıllarımızı verdik bu karizma işine!
TT: Arkadaşlar ortalık karışmadan Sayın aktörlerimizi salondaki yerlerine alalım lütfen. Şimdi Gölge hikayelerindeki en akıllı yaratığı seçme zamanı geldi.
HND: Evet Sayın seyirciler, Gölge’nin Safranbolu’da Yanmış Bir Deniz Feneri isimli hikayede cesedi bulan mavi gözlü kurt köpeği Çakır, seyircilerin oylarıyla ‘En akıllı yaratık’ ödülüne layık görüldü. Sahneye alıp ödül maması verdiğimiz güzel gözlü köpeği tekrar yerine uğurluyoruz.
TT: Eveeeet, şimdi sıra geldi gecenin en heyecanlı anına!
HND: Gölge hikayelerinin içindeki en iyisini seçmek üzere buradayız. Ödülü vermek üzere Gölge Yayın Kurulu’nu sahneye davet ediyorum: Sayın Atilla bilgen, Mustafa Emre Özgen, Aynur Kulak, Mehmet Merk Yaltırık ve Gölge’den ayrılmış olsalar da yıllardır dergiye çok emeği geçmiş olan Mehmet Kaan Sevinç ve Ahmet Yüksel’i de sahneye alalım.
TT: Şimdi oylarınızla ‘En iyi Gölge hikayesi’ seçilen hikayeden bir sahne izleyelim:
PISIS’in elinden kurtardığımız kadınların yarısını Mona ile Pakistan’a bıraktık. Orada çok genç bir kadınla buluşacaklar. Kadın Malala…
“Bir sürü gönüllü lazım oluyor” diyor. “Okul yüzü görmemiş kız çocuklarını eğitiyoruz. Küçük çocuklara annelik yapacak bir sürü kadın lazım. İç savaşlar nedeniyle çok çocuk yetim.”
Kadın mağrur…
Hava aracından inmeden önce Mona, Erk Macarer’e dönüp soruyor:
“Sizin ülkenizde haber yapan gazeteciler tutuklanıyor iken sen nasıl bunun haberini yapacaksın ki?”
“Korkunun ecele faydası yok Mona. Gölgesinden bile korkan birini Gölge gibi takip etmekten başka çaremiz yok. Pes etmeyeceğiz…”
(Alkışlar, alkışlar, alkışlar…)
TT: Teşekkürler… Bakın kim var aramızda? Hikayede yer alan gazeteciler Sayın Mona Eltahawy, Erk Acarer ve Taliban kurşunundan sağ kalmayı başarmış Pakistanlı aktivist Malala Yusufzay.
Malala: Gölge’nin 10. Yıl gecesine çağırdığınız için teşekkürler. Buradan Türkiye’de yaşayan okula gönderilmek istenmeyen veya çocuk yaşta gelin olmaya zorlanan tüm kız kardeşlerime sesleniyorum: YALNIZ DEĞİLSİNİZ!
Mona Eltahawy: Biz kadınlar güçlü olursak tüm toplum güçlü olur. Ortadoğu’nun tüm yöneticileri bunu anlayana ya da Ortadoğu’yu bunu kabullenmiş birileri yönetinceye kadar savaşmaya devam!
Erk Acarer: Ne yazık ki “Dünya öküzün boynuzu üzerinde duruyor” diyenlerle mücadele ediyoruz!
HND: Ve eveeet! BENİM ADIM MALALA isimli Gölge kız hikayesi ‘En iyi hikaye ödülü’nü alarak sahneden iniyorlar!
TT: Sanırım bu gecenin sonuna geldik artık değil mi Sayın Derin?
HND: Maalesef Sayın Turan. Gölge’nin 10. Yılına gelmesinde emeği geçen tüm yazar-çizer-grafiker-okur-merak eder-ilgilenir arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç biliriz.
TT: Bitirmeden 120 sayıdır hiç ara vermeden yazan tek yazarımız Sayın Hasan Nadir Derin’e Gölge Jüri Özel Ödülü’nü takdim edelim. Sunuculuk yaptığı bir gecede ödül almak onun için sürpriz odu sanırım!
HND: Teşekkür ederim efendim…
***
TT: Bu güzel gecede Ybani’yi canlandıran Jennifer Lawrence’a, Gölge’yi canlandıran Scarlett Johansson’a, Lisbeth’i canlandıran Noomi Rapace’a ayrıca teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Hanımlar, dünya sizinle daha güzel, çok teşekkür ederim.
Scarlett Johansson (Gölge): Gölge gerçekten öldü mü Sayın Turan?
TT: Gölge 1922 yılına gittiği zaman gerçekten öldü.
Noomi Rapace (Lisbeth): Ama onun ölümünün tarihte kelebek etkisi yapması lazım!
TT: Tarihte var olmuş kişilerin ölümü o etkiyi yaratırdı Lisbeth. Oysa Gölge hiç var olmadı ki! Sen de öyle! Sen, sevgili Stieg Larsson’un zihninden çıkıp benim satırlarıma misafir geldin. Gölge Kız ise bundan 10 yıl önce bir dergi ismi olarak kondu ve ben onu hayalimde canlandırıp bir anti-kahraman yarattım. Güzel zamanlarımız oldu.
Jennifer Lawrence (Ybani): Heyyyt! Ben elimde bu kestere ile tüm işe yaramaz erkek soyunu kılıçtan geçirmedikçe bitmez bu hikaye! Bitemez!
TT: Sakin ol ve elindeki kestereyi eyre bırak Ybani. Bu dünya sadece erkeklerle savaşmak için çok küçük. Ama din-dil-ırk*renk*cinsiyet ayırt etmeden insanlara kötülük yapan onca cani varken, belki bizim de cinsiyet ayırt etmeden onlarla savaşmamız gerekir değil mi? Siz kadınlardaki akıl, azim ve istek belki başka bir kadın kahramanın bedeninde toplanacak.
Tüm kadınlar hep bir ağızdan: Kim bilir? (Göz kırpan emoji)
Bu hikayem Gölge Dergi 10. yıl özel sayısında yayınlanmıştır. İllüstrasyon; Yunus Kocatepe…