Çorumgil’den çıktım yola
Dönemedim sağa sola
Alamadım bir leblebi
Al mendile sar da yolla
Has leblebinin sarısı
Kaldı aklımın yarısı
Yollar gide gide bitmez
Sanki Elif’in Kağnısı
“Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal’in kağnısı.”
Merzifon Havaalanı
İster tomarla paranı
Uçakla mı gidecektin
Nasıl aldın mı havanı?
Osmancık’ın yolları düz
Gaza bas ki gidelim tez
Hani bu yolun mıcırı
Bitmez derler ez babam ez
Yola çıkan varır aya
Kimi atlı kimi yaya
Sakla evdeki bulguru
Ben imdi vardım Tosya’ya
Tosya’ya geldim pirinç yok
Sordular dedim karnım tok
Su verseler içer idim
Çeltik tarlasında su çok
“Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.”
Ilgaz sen Anadolu’nun
Ben ki yollarına vurgun
Aç koynunu ben geldim der
Bu yolcu yorgun mu yorgun
Bir selam Bolu Beyi’ne
Yazık oldu Hüseyin’e
Bu dağlarda mertlik gezer
Tüfenk ki senin neyine?
Bolu’ya varmadan döndüm
Kar yağdı yollarda dondum
‘Eski’den ‘Pazar’ m’olurmuş?
Kazdım kazdım bunu buldum
Kardemir’de çelik m’ola
Sattım tonunu bir pula
Okumuş kavga ederken
Zırcahil n’etsin ki ula?
Fabrikadan dön sağına
Bulan Safran sarısına
‘Eski Çarşı’ deyip geçme
Bulan satmaz yarısına
Yazın kışın üşün burda
Gel benimle düşün burda
Hindi bekler Eflani’yi
Gerçekleşir düşün burda
Tosya’ya pirince gittik
Öyle bir yağdı ki battık
Kâtip benim ben kâtibin
Sen karışma bre zındık
Bitmez bu yol hareket et
Var bu işte bir bereket
Sürç-i lisan ettim ise
Ey Şairim beni affet!
harikasin tubis tek kelime ile senin dusuncende olanlar ile yazamaz
tuğbacığım! isimsiz şu şiirime isim vermek ister misin?
Gönül bu! işi ne! sevecek tabii!
Sevdi de…
And olsun ki şafak vaktine,
Şafak sökmeseydi de sevecekti,
Bir daha gün yüzü görmeseydi de…
Karanlığı aydınlatan sabahın
Ve aydınlığı örten karanlığın her dönümünde
Kendini kaybederken derdin içinde
Dermanı bulacaktı,
Buldu da…
Hüznün deryasında boğulup
Aşkın hülyasında kaybolacaktı,
Suskun yine susacaktı
Sustu da…
Alevsiz bir ateşin içine düşüp
Amansız bir çöl ateşinde
Nara düşüp yanacaktı
Yandı da…
Şu dünya bozkırında
Yaşadığını zannederken
Cennetin bahçesini görüp
Cehennemi dünyada tadacaktı
Tattı da…