Bahar geldiği zaman yaz gelse de bir buz mavisi pantolon alsam derim. Sonra bir bakarım ki ben daha pantolonu alamadan yaz gelmiş de geçiyor bile. Yolda giderken sonbahar gelse de yaprakların manzarasına doyum olmasa derim. Bugün bir de baktım ki ben doyamadan sonbahar manzarasına, kış gelmiş bile.
Neyse ki bu kış, yalnızlığın şiirden çıkıp bitki örtüsüne bürünmüş hali, çok hızlı gelmedi. Mevsimler böyle fren yapa yapa ilerlerse ancak yetişebileceğim peşlerinden. Hayat da azıcık fren yapmalı ama. Yoksa ben kendimi hala o küçük kız çocuğu sanırken, bu topuklu ayakkabıların üzerinde dengede durmam biraz zor olacak.
Böyle Mehter marşı gibi ya da elde makine dikişi gibi iki ileri bir geri giderken durup, hayata kıyısından bakma imkanı oluyor insanın. Önümden hızla akıp giden o hızlı trene başım dönmeden, beni ezecek korkusu olmadan bakabilmek gibi bir şey bu. Uzaktan bakabilmenin verdiği güzel bir inisiyatif.
Kelimeleri de tutan yavaşlatan bir mekanizma olsa keşke. İnsan beyninden baş döndürücü hızla akarken harf silsilesi, bazılarını klavyeden aktarma imkanı oluyor işte. Kalanı ozon tabakasını delip uzaya çıkıyor. Kimisi gidip Ay’ın karanlık yüzünde bir ev tutuyor kendine. Ucuz pahalı yaşam savaşı veriyorlar orda burda.
O daracık klavye harflerinden sıkışık düzende bu sayfalara kaçabilenlerin ise keyfi yerinde. Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında denir ya! Hah işte ondan. El içine çıkıyorlar en ütülü kıyafetlerini giyip. Bakıyorum A’lar çakı gibi ordu düzeninde. Kolay mı alfabenin ilk harfi ve lider olmak? C’ler, S’ler hep öyle.
Mükemmel olmasa da olabildikleri en güzel kelimeleri oluşturabilmek için heyecanlanıyorlar harfler. Oğlumun çabuk yazayım bitsin de bir an önce oyun oynayayım dediği için karaladığı zavallı harflerine üzülüyorlar buradan.
Bu sayfaları 2 sene önce kendime armağan olarak açmıştım, bu yazımı da bu seneki doğum günüme armağan olarak yazıyorum. O zamandan bu zamana kaç kedi, kaç köpek, kaç yaz, kaç yazı, kaç yazılan, kaç yazılmayan geçmiş? Ve yazılanlar iyi ki yazılmış. Okuyanlar iyi ki okumuş.
Doğum günüm dedim de, kaç yaşında olduğumu bilenler biliyor. Kalanı için şunu söyleyeyim: Bu sene saatleri son geri alışımız olsa da benim yaşımı son ileri alışım. Artık geriye saracağım yaşa gelmişim demek ki, siz hesap edin.
Hep doğanları kutlarken atladığımız doğuranlar kısmı için oğlumun doğum gününde “İyi ki doğurdum beeeen!” şarkısı söylemiş idim. Bugün de annemin hakkını yemeden; “Anneciğim iyi ki doğurmuşsun beni!” diyeyim.
Anne olsam da ‘anam gibi’ olmam için bir kırk fırın ekmek daha yiyeyim.
Zaman zaman suya yazmak gibi olsa da bu yazı işi, okuyup da iki kelam etmekten imtina etmeyen tüm dostlara buradan selam edeyim.
öğrendiğimden beri hiç unutmadığım doğum gününü -ki bir terör örgütüne isim olacak kadar bu önemli gündür:)- kutluyorum. hiç unutmamakla beraber zaman zaman kutlayamamış olduğumu da kabul ederim. iletişemediğim için atladığım yıllarınkini de ekleyerek tüm gönlümce onlarca kez söylüyorum:
” iyi ki doğdun tuğba”
Valla iletisemedigimiz o kadar cok arkadasimiz varken ve sen bunca kez benim sayfalarimda yorumcu/elestirmen/kizdiran adam/laf sokan adam kadrosundan yer almisken kutlamadigin gunlerin lafi mi olur arkadasim diyor, cok tesekkur ediyorum.
yaşını belli etmek istemem ama seni 30 senedir tanımanın haklı yüzsüzlüğüyle bana düşen tüm rolleri oynamaya çalışıyorum. bunun için teşekküre gerek yok:))
Happy birthday to you
Nice mutlu yillara:)