(Orta yerde bir TV stüdyosu. Eski tip ama pırıl pırıl bir mikrofon; kordonu yok. Arka planda kemerli çerçeveleri ince çıtalarla bölünmüş pencereler. Görüntü hepsinde aynı, hepsi ışıl ışıl çünkü hepsi Beyoğlu.)
Sunucu mikrofonun önünden ve dahi kameranın karşısından kaçar.
“Mikrofon benim galiba. Merhaba! Adım, yaşım, nereden aradığım önemli değil. Ben sadece bu dünyada yaşıyorum ve sandığınızın aksine düşünebiliyorum da. Ama bu insanları anlamama yetmiyor.
Kötülük üretip satarlar
Alanı hapse atarlar
Bir kağıt uydurmuşlar para diye
ona taparlar
Aldatırlar öldürürler
yakarlar yıkarlar
Sonra da insan en akıllı hayvandır deyip
caka satarlar ki
Bizler onlara bıyık altından gülelim diye.
Evet hepimizin bıyığı vardır biz kedilerin. Sizin gibi konuşmayız, kuyruk sallar mırıldarız. Bilmediğimizden değil konuşmayı. Konuşabilen kötü sözler söylemeyi de bağırmayı da bilir.
Bana Tubuş diyebilirsin kısaca. Kendi dilimdeki adımı telaffuz edemezsin zaten. Beni zaplayabilirsin programından, sıkıldıysan bir düğmelik. İnsanları zaplayabilirsin hayatından sıkıldıysan bir kelimelik. İnsanların hayatını da zaplayabilirsin sıkıldıysan bir tetiklik.
Bundan elli yıl sonra Auschwitz benzeri ziyaretler, bir iki bayrak, bir iki devlet adamı konuşması, gazetelere dua eden, mum yakan çocuk fotoğrafı. Gündemi bir en fazla iki gün meşgul eden konuyla ilgili bir iki de program yapılır ve her şey yerli yerince bırakılır, ta ki yüzüncü yıl anma törenlerine kadar.
Belki içlerinden birine tesadüf eder, ünlü bir yönetmen olur. Beş on tane film yaptıktan sonra nirvanaya ulaşıp atalarına olanları anlatmaya karar verir. Bilen bilmeyen, yaşlı genç, çoluk çocuk herkes bir daha görüp utansın diye. O film de tesadüfen öyle güzel ve duygulu olur ki özrü kabahatinden büyük insanlık tarihi tabiat anadan bu filmi ödüllendirerek özür diler.
Tabii koskoca insanlık tarihinin eğilip özür dileyecek hali yok ya, Kızılderililere de yaptıkları gibi “The Academy” onların yerine özür dilemeyi bilir.
Schindler’in Listesi, Anne Frank’ın Hatıra Defteri, Zlata’nın Günlüğü derken yarın bir gün çeşitli ırk ve kökenlere ait bir iki liste ve günlük daha bulup film yapar, ödül verip özür dilerler, olur biter.
Benimki de laf mı yani! Altı üstü kedi mektubu. Koku harfleriyle karalanmış bir iki satır. Kokusu geçince silinir gider.
Ya insanların belleklerindekiler?”
SANHE II
(Küçük bir oda. Çalışma masasının başında bir kız oturuyor. Kendisi düşünmekte. Masanın üzerinde radyo çalıyor. Arkada kalan yatakta başı sırtı ve kuyruğu Tekir, geri kalan kısmı beyaz, yeşil göçlü bir kedi düşüncelice ‘kıh’mış. Kedisi düşünmekte. Bu evdeki kedi terminolojisinde ‘kıhmak’ kedilerin ön ayaklarını önlerinde içeri doğru kıvırarak oturmalarına verilen addır.
Tubuş kedi bu yedi kedili evin ikinci kadrolu olmaya aday kedisidir. Birinci kadrolu kedi Yumak, genç bir erkek sarmandır ve diğer genç erkek sarmanlar gibi şu anda sokaktadır.
Kız radyoda kanallar arası zapping yapar. Bir şarkıda karar kılar. Şarkı devam ederken kedisiyle konuşmaya başlar)
“Kuzum, pıtışım uyudun mu? Miskin kedim benim. Keşke senle konuşabilsem. Şu lamba cini neredeyse çıksa da dilek dilesem. Tüm hayvanlarla konuşabilmeyi dilerdim.
Ne kadar da huzurlu uyuyorsun. Ben de kedi olmak istiyorum sizi gördükçe. Yediğin önünde yemediğin arkanda. İster sokağa çık gez. İster sonra gel evde uyu. Okul yok, para yok, iş yok. Ne hoş iş bu kedilik!”
(Tubuş iç geçirir: Bu insanlar hep tek gözle görür, tek kulakla duyar, tek bıyıkla hissederler zaten. Sokakta binlerce soydaşımın soğukta, aç ve yalnız gezdiğini unuttu hemen.)
“Oysa bizim soydaşlarımızın çoğu değil ev bir sokak kedisi olmayı bile nasıl candan isterlerdi. Tuzsuz aş dertsiz baş hesabı hiç yerine kavga etmekten iyidir herhalde bu. Sizin petrole de ihtiyacınız yok zaten. Bizim dört çeker arabalarımız var, siz kediler zaten dört çekersiniz. Çek senet mafyanız yoktur olsa olsa kasap ve dönerci kedisi olmak için hava ciğeri verirsiniz.
TV dizileri, reytingler falan hiç alakadar etmez seni herhalde. Sadece kuş, fare vesaire avlamak peşindesinizdir. Ne de olsa bu kedi olmanın gereklerinden biridir. Kürk yapıp giymek için kuş yakalamak. Bir kediye kürk yapmak için beş kanarya! Ne gaddar ne barbarsınız, kendi kürkünüz neyinize yetmiyor a be insan olasıcalar!”
SAHNE III
(Tubuş ve kız TV’nin karşısında heyecanla beklemektedirler. Jenerik müziği çalınır ve program başlar.)
“Acaba mektubum ellerine geçmiş midir? Of çok heyecanlı bir şey bu. Fotoğrafımı da yayınlarlar mı ki? Komik bir fotoğraftı zaten. Neyse dinleyelim bakalım. Mektuptan bahsedeceklerine eminim de fotoğraftan şüpheliyim. Ama bir gösterirlerse kızcağız şok geçirir burada. Acaba değiştirmemeli miydim onun fotoğrafı ve mektubuyla benimkileri?
Pek çok kişi altın semerlerinden fırlamış uzun kulakları ile ekranda boy göstermeye devam ederken, programında alelade bir kedinin resmini ve mektubunu kim yayımlamak ister ki?
Bu bir şeytansa içimdeki
Şeytana da karşıdır ki
Eğer yaşama karşıysa insanların dinleri
Savaş yaptırıyorsa mezhepleri
Ölenlerin yanındadır kınar öldürenleri
Temiz sevgileri yasaklayıp
Satıyorsa kirli bedenleri
İsterse olsunlar vergi rekortmenleri
Bir kaşık suda boğmalı böylelerini
ve onlara alet olan düzeni
Elbette vardır düzeni de kuran birileri
ve diğerlerine oyuncak diye veren elleri
İki sevgilinin ellerini birbirinden ayırıp
birini ölüme diğerini kalıma yolluyorsa eğer
Benim içimdeki şeytandır
ve inkar edilmez şekilde karşıdır
başkaldırır
doğaya, sevgiye, hayvanlara
insanlara karşı olanlara
Anlamak o kadar zor değildir
Eğer yanımdaysan ve buradan bakıyorsan onlara
ve neden baş kaldırdığıma
Benim gibi küçücük bir yaratığa
bile karşı olanlara”
“YEŞİL GÖZLÜ KEDİM TUBUŞ İÇİN GECİKMİŞ BİR GÜZELLEME” için bir yorum