SİNEMASALLAR

Giysileriyle duşta ıslanmakta olan bir Grey’s Anatomy doktoru… Soğukkanlı tek bir atışla cinayet işlediğine tanık olan sevgilisini vuran George Clooney… Emanet aldıkları kırk iki milyon doları çalıp soyulduk numarası yaparlarken acımasızca cinayet işleyen Matt Dillon…
Bonnie and Clyde’da harikalar yaratan Warren Beatty ve Faye Dunaway… Sigorta sahteciliği yapan erkek kardeşi yüzünden başı belada olan güzel kadını hayatı pahasına kurtarırken sigortadan bir milyon dolar almasını sağlayan Forest Whitaker…

Boyun arterinden ameliyat edildiği halde doktorun üzerine damarından kanlar fışkırdı bir hastanın az önce!

Bir kumandanın ucunda gelmiş, geçmiş ya da gelecek insanların hayatına dokunabilirsiniz. Ya kendi hayatınız?

Tam taşınma arifesinde, evdeki eşyaları kutulamak için yeterli morali bulmuşken babamın aldığı balık figürlü kolyemin boynumdan uçup gitmiş olduğunu görmek? Zaten bütün hafta vergi dairesi, trafik tescil amirliği veya bankalarda üzerine üzerine gelmiş olan terslikler senfonisinin bu son notası da hayatınıza tuz ve dahi biber ektiği zaman?

Sonra komşu çocuklarla yapılan işbirliği ile evdeki tüm kitapların mucizevi bir şekilde kutulara girmesi. ‘Eşeğin iki ayağı toplandı’ dedim anneme. Şimdi diğer iki ayağı ve gövdesi kaldı toplanacak.

Filmlerden birinde ‘böyle şeyler sadece filmlerde olurmuş bu gerçek hayat tatlım’ diye bir cümle geçti ben sabahlara kadar televizyon izlerken. Gülümseten repliklerden biri. Hiç tanımadık insanların hiç tanımadık mekanlardaki, belki de asla bilmememiz gereken hayatlarına dokunmak mı film seyretmek? Hiç tanımadığımız duyguları yaşamak mı? Ya da bazı tanıdık duyguların ekrandan resmi geçidi midir? Nedir bizi televizyonun karşısına bu derece bağlayan?

Birinin yaptığı soygun, birinin işlediği cinayet, birinin cerrah rolünde hayat kurtarması, diğerinin sekiz yaşından beridir aradığı ruh ikizinin peşinden Venedik’e gitmesi… Kamerayı kendimize çevirdiğimiz zaman sıkıcı olan hayatlarımıza sanırım biraz aksiyon, biraz bilim, biraz kurgu katarak o kırmızı elbisesinin içinde kırmızı rujuyla mükemmel görünen Marisa Tomei olabilmek tüm istediğimiz.

Birinin ameliyat masasında kanamadan ölmemesi için göğüs kafesinde çırpınan çıplak kalbinin etrafına tıkıştırılan tamponlar, tam da çıplak kalbine dokunuyor seyredenin. Bir televizyon stüdyosunda başarılıca kan rengi verilmiş sıvı ile dolu plastik bedenin canı acımasa da, seyredenin kalbi daha hızlı atmaya başlıyor o anda. Başkalarının hayatı ya da çaresizliği o anda seyredenin içinde bulunduğu içinden çıkılmazlıkları örterek, sessiz ve düşüncesizce bir uykuya dalmasına sebep oluyor.

Başkalarının hiç eğlenmediğiniz ortamlarda çılgınca eğlenmesi, hiç içmediğiniz içkileri içmesi, hiç binmeyeceğiniz arabalara binmesi, hiç dokunamayacağınız erkek/kadınlara dokunmasıyla ekran denen o sihirli pencere sizi bir süreliğine de olsa kahramanın ya da kaybedenin yerine koyuyor. Her ikisi olabilmek de güzel. Çünkü sinemada kaybeden olma ihtimalinize karşı gerçek hayatta kazanma şansınız devam ediyor. Kahramanken beyninize bir kurşun yiyip senaryoyu terk edemezsiniz zaten. Başroldeki ölürse filmin devam serileri çekilmez.

Kendi hayatımızda ise kurşuna, ateşe, hızlı araba takiplerine, polis baskınlarına, striptiz kulüplerine bu kadar uzakta kolilerle dolu bir evde oturmuş evi taşımayı ve evi taşıdıktan sonra havaların hala soğuk gitmesi halinde kömürlü kaloriferi nasıl yakacağımızı düşünürken, hatta babanızın evi görür görmez tilkinin bakırla olan ilişkisini hatırlatacak olan o kadim atasözünü söylediğini duyar gibi olurken, başkalarının hayatındaki kanamalar ve atardamarından fışkıran kanlar insana kendini iyi hissettirdiği için bu kadar kilitleniyoruz televizyonun karşısında.

Şimdi sakin oluyorum ve elimdeki uzaktan kumandayı yere bırakıyorum. Endişelenilmesi gereken televizyon kahramanlarını ya da Ocean’s 11,12,13 filmlerindeki gibi küçük bir çocuğun sayı saymayı öğrenmesindeki basitlikle milyon dolarları soyabilen hırsızları bir düğme ile kapatarak 16/9 ekranın içine hapsediyorum.

Kolilerime ve kendi evime dönüyorum. Sakin, kendine yetecek kadar endişesi olan ve silah seslerinden uzak.

Seyircilerime iyi geceler diliyorum.

SİNEMASALLAR” için bir yorum

  1. Siteyi çok beğendiğimi içtenlikle belirtmek isterim. Sitenizi takip listeme alıyorum.

    Teşekkür ederim.

    Serhat Çilingir
    skype: cilingir4,905363E+10

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s