‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ deriz. Ama bu dünya üzerinde, maalesef memleketimde bile o kadar çok aç yatan var ki! Gücü ve parayı elinde tutan insanoğlunun, bırakın gelecek nesilleri, şu anda dünyada birlikte yaşamakta olduğu diğer canlıları dahi hiç düşünmeden gezegenin bütün kaynaklarını kendi açgözlülüğünü tatmin için harcamasına şahit oluyoruz. Komşusuna yan gözle bile bakmaya tenezzül etmeyen insanların yaşadığı şu fani dünyayı, hayvanlar ve bitkilerle birlikte paylaştığımız sürece var olabiliriz diye düşünen bir avuç insan kaldık.
Usta’nın ‘Benim sadık yarim kara toprak’tır dediği günler di’li geçmişte kaldı. Toprağını terk eden insanlar olarak hepimiz her şeye kolayca erişilen elektrikle donatılmış ‘garliferli’ evlerimizde oturmak için tarlalarımızı sattık; artık ihtiyacımız kalmayınca da tarlayı sürdüğümüz sabanı çeken öküzümüzü… Benzinli arabalarımızla yolları çok daha hızlı kat edince bir zamanlar hastalarımızı doktora dört nala ulaştırırken gık demeyen güzelim atlarımızı sattık… Önce sürülerce davarımızı sattık savdık; sonra onları güderken bizi kurttan kuştan koruyan çoban köpeklerimizi terk ettik yaylalarda… Evlerimize kimse giremesin diye çelikten kapılar yaptırdık; sobamızın dibinde hiç olmazsa fare kovalasın diye beslediğimiz kedilerimizi attık sokaklara… Bu değişime o kadar hızlı ayak uydurduk ki modernleştirdiğimiz dünyada yaşasın ‘tek başına’ yaşayabilirdik artık!!!
Benim geldiğim şehir çok büyüktü, insanları da bir o kadar fazla. Hayat gailesinden kimsenin kimseye dönüp selam vermediği, herkesin bir diğerinden önce bir yerlere yetişmek zorunda olduğu bir şehir. Düşeni kaldırmak şöyle dursun ‘acaba tutar beni de kolumdan çeker mi’ diye hızlıca arkasına bile bakmadan uzaklaşan insanlar şehri. Tok olanın, aç kişinin gözünün önünde ballı börekler yemesinin ayıp değil aksine ‘medeniyet’ sayıldığı, sahtekarlık kol gezdiği için insanların ‘doyurulacak aç bulamıyorum çünkü bilemiyorum kim gerçekten aç kim değil’ diyerek kendini avuttuğu bir günahlar şehri.
Oysa ki burada sokağa çıkan bir insan eşine dostuna selam vermeden geçemez bir caddeyi boydan boya. Selam Allah’ın selamıdır, karşılık vermeden olur mu? Evinize dükkanınıza gelmiş misafir hiç olmazsa bir ikramda bulunmadan yollanmaz. Tanrı misafiri sofraya buyur edilmeden olur mu??
Burada her köşeden karşınıza çıkan sokak hayvanları bile tanıdıktır. Oturduğum binada her gün sabah yediden itibaren işine, okuluna gitmek üzere çıkanları uğurlayan erkek sarman kedi gibi. Yerlere kadar yatar sevilmek isterken. Ha, bir lokma da yiyecektir bütün dilediği.
Toleransımız nedense sıfıra iner insan olarak bazen. Etrafı kirletir deriz, sağa sola pisler deriz, bizden sebep bize muhtaç olduklarını unutup hayvanlara tahammül edemeyiz. Doğayı alabildiğine tahrip eden, kirleten hatta yok eden, kendi türü dahil diğer canlıları gözünü kırpmadan zevk için öldürebilen üstelik bunu da yapabilmek için tüfeği icat ederken mertliğinden feragat eden biz insan ırkından başkası değil. Halbuki Allah’ın verdiği canı ondan başka alacak yoktu değil mi??
Ben gözü hasta diye bir kedi getirmiştim eve yazın. Pencereyi açık bırakmış idim, hayvan ihtiyacını görmek için sokağa çıkınca, mahalleden atmışlar hayvancığı. Benim onu eve getirmemle aynı sebepten: GÖZÜ HASTA DİYE!…
Evde dışarı çıkıp gezip gelen 5 tane kedim var, birinin yaşı oğlumdan dahi büyüktür. Taa o kalabalık şehirden aldım getirdim bizimle yaşasın diye. Dükkanımın önünde köpekler uyur, elimden geldiğince yenebilecek hiçbir şeyi atmadan torbalara doldurup bir kursağa gitsin diye oradan oraya taşımaktayım. İsraf haramdı öyle değil mi??
Çok şükür(!) yaşadığım sitedeki insanlar için evimdeki kedilere tolerans göstermek sınırlarını fazla zorlamış olmalı k;i müstakil bahçeli evlerini yıktırıp yaptırdıkları apartman dairelerinde sıcacık otururken kim aç kim tok farkında olmamak işlerine geldiği için, site sınırları dahilinde hayvan beslemeyi ve barındırmayı yasak etmişler. Halbuki komşu komşunun külüne bile muhtaçtı değil mi??
Yerdeki ve gökteki her şeyin sadece bir topluiğne başı kadar kısmı olan üç beş tane sokak hayvanını karşılık beklediğim için doyurmuyorum. Benim hayvanlarla iyi geçinmemin yahut sevmemin aslında iyi niyetli kimselerin dilinde ‘cennetliksin sen kızım’ şeklinde tezahür etmesini de istemiyorum. Bana hayvanları ve doğayı bu denli sevdiğim için gelecek tüm sevaplardan vazgeçiyorum.
Ey siz hayvanları, ağaçları ve dahi tabiatı sevmeyenler!!!! Bırakın sevmeyi başkalarının sevmesine bile tahammül edemeyenler!!!!
YARIN SIRAT KÖPRÜSÜNDEN SİZE BİNEK OLUP KARŞIYA GEÇİRMESİNİ UMDUKLARINIZ; YAZIN YAKICI SICAĞINDA ÖNÜNE BİR KAP SU KOYMAKTAN İMTİNA ETTİĞİNİZ HAYVANLAR OLACAKTIR ÖYLE DEĞİL Mİ !!??
“hayvanları tanıdıkça, artık insanları daha çok seviyorum” diyen bir arkadaşım vardı. tahammül edilemeyecek ve gülmeye değer bulunamayacak kadar uyuz bir beyan.
kedinin, köpeğin, kuşun ve bir dananın ne yamuğu görülmüş şu zamana kadar. köpeğin, kılı, yünü varmış. kuşun tüyü, boku. kedi, nankörmüş. verdiğin yemeği alırken gözünü kaparmış, yarın bir gün sırf “senin ona iyilik yaptığına” şahitlik etmek zorunda kalmamak için. ve sen öldüğünde bedenini kemirebilirmiş. doğru mu bunlar bilmem? çok aklı başında görünen birisinden duydum.
hayvanlar beni sevmiyor. saygı duyuyorum. onların da seçme hakkı var.
”yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü” demiş gönül insanı Yunus Emre… herşey ne kadar büyük bir denklemin parçası… herşey ne kadar muazzam herşey ne kadar güzel…
sevgilerin hepsine yer var kalpte… sevdikçe de büyür ayrıca…büyür ve büyütür insanı… insan-ı kamile bir adım daha yaklaşır…
senin gibi bir arkadaşım olduğu için kendimi şanslı addediyorum… seni izlemeye devam ediyorum:)
ben yıllar once prag hayvanat bahcesinde calısırken, surungenler bolumuydu sanırım, camekanın ardından en zehirli,tehlikeli hayvanlara bakıyorduk. bir camekanın orada su yazıyordu: iste gezegenin en vahsi ve tehlikeli canlisi. biraz yukarıda olan camekanı gorebilmek icin parmakuclarında yukselmek gerekiyordu. ve karsımızda………………………………………………….. bir ayna!!!!
couldn’t agree more….