Başkan ve başkanın karısının evlenmeden önceki ilk öpücüklerini anlatan sahneler hayal edin. Veya evlendikten sonraki ilk gecelerinin sonunda “I was so nervous. I needn’t have been scared at all-Çok gergindim. Bu kadar korkmama gerek yokmuş,” cümlelerini içeren bir dizi hayal edin. Hem de bu evliliğin tarihi 1905 olsun. Hayal edemediniz değil mi?

Dizinin künyesi: The First Lady
Başroller: Viola Davis (Michelle Obama), Michelle Pfeiffer (Betty Ford), Gillian Anderson (Eleanor Roosevelt), O-T Fagbenle (Barack Obama), Aaron Eckhart (Gerald Ford), Kiefer Sutherland (Franklin D. Roosevelt)
Sezon: 1 sezon, 10 bölüm, 2022
Yazan: Aaron Cooley
Yayınlandığı platform: (Dünyada) SHOWTIME (Türkiye’de) beIN CONNECT
IMDb puanı: 6.5
***
Amerika’da tüm siyaset sahnesi aslında bir şov ve Amerikalılar, bizim hayal bile edemeyeceğimiz hayatları bir okyanus ötesinde işgal ettikleri Amerika kıtasında yaşamayı başarıyorlar. İngilizce konuşan adamlar, kendi anavatanları olan Britanya adasında, kadın ve çocuk haklarına hiç önem vermezken yerlileri süpürerek ve dünya üzerinden silerek edindikleri yeni evlerinde durum biraz daha farklı oluyor. Kuzey Amerika kıtasına yerleşince her nasılsa değişiyorlar.
1600’lü ve 1800’lü yıllar arasında bomboş toprakları adım adım işgal edip yeniden isimlendirirken –York/New York gibi- tüm bu Avrupalı İngilizce-Fransızca-İspanyolca veya Almanca konuşan adamlara bir şeyler oluyor. Sonunda konuşulan dil olarak İngilizcede karar kılıp yepyeni ülkelerini yöneten erkeğin yanında karısının da yer almasına karar kılıyorlar ve o başkanın karısı makamına da bir isim veriyorlar: The First Lady.
***
Aynı soyadıyla Amerikan başkanı yani ‘president’ olan Bush’lardan başka Roosevelt’leri de karıştırmadan öğreniyorum diziden. (Ah bu Amerikan dizileri. Türkiye başbakanlarını sırayla say deseniz sayamam!) İlk Roosevelt olan Theodore Roosevelt 1858-1919 yılları arasında görev yapmış. T. Roosevelt’in yeğeni olan Eleanor Roosevelt, 5. kuşaktan kuzeni Franklin D. Roosevelt ile evlenince, kocasının valilikten başkanlığa uzanan politik macerasının perde arkasında yer alıyor. Çok zeki, eğitimli (1900’lerin başında eğitim alması için İngiltere’ye bir kız okuluna gönderilmiş) ve inatçı bir kadın olduğu için çok da perdenin arkasında kaldığı söylenemez.
Eleanor, kocasının kendisini aldattığını öğrendiği zaman boşanmalarını yasaklayan bir konuşma yapan ve şöyle diyen kocasının annesine;
“When you marry a man you cannot be surprised when he acts like a man- Bir erkekle evlendiğin zaman onun erkek gibi davranmasına şaşıramazsın!” bomba gibi cevabı yapıştırıyor:
“When you marry capable woman you can’t be surprised when she acts like herself!” Özgüvenli bir kadınla evlendiğinde kendi gibi davranmasına şaşıramazsın!”
Amerika’da tüm siyaset sahnesi bir şov demiştim. Ve bu şovun oyuncularının gerçek insanlardan, sizden bizden farkının olmadığını öyle güzel vurguluyorlar ki şaşaalı kocaman siyah arabalarla veya özel jetlerle de seyahat etseler, anneler, çocuklarının elinden tutup okula götürmek istiyorlar. Ya da ülkedeki tüm güvenlik tedbirlerinin her anne çocuğunun elinden tutup da okula götürebilsin diye yapıldığını söylemekten imtina etmiyorlar. Böylece Ulusal Güvenlik- NSA dedikleri dünyadaki diğer tüm ülkeleri kendilerine tehdit gibi gören paranoyak kurumlara milyarlarca dolar harcayabiliyorlar. Tek sebep bu işte: Amerikan başkanının karısı da sizin gibi bir anne ve çocuklarını okula götürmek istiyor.
Kaprisli bir oyuncu olduğunu bildiğimiz Michelle Pfeiffer, Betty Ford rolünde harikalar yaratmış. Viola Davis Michelle Obama Rolünde, Gillian Anderson Eleanor Roosevelt. Anderson aynı zamanda The Crown Dizisinde Margaret Thatcher’ı da başarıyla canlandırmıştı.
***
1960’lı yıllarda Amerikan kadınların Feminine Mystique (1963’te Betty Friedan tarafından yazılmış kitap) kitabını elden ele dolaştırarak kitabı “Yahudi bir kaçık kadının dinimize saldırısı…” cümlesiyle özetlemelerini izliyoruz. Betty Ford, kadının sadece iyi eş, iyi bir anne ve ev hanımı diye kısıtlanarak tanımlanabildiği o yıllarda bu üç halden de son derece sıkılmış ve hayatta kendine bir rol çizememiş her kadın gibi depresyonun derinliklerinde düşüyor. Aşırı ilaç kullanımı ve o yılların hekimliğinde ilaçların alkolle beraber alınırsa bir zararı olmayacağı bilgisi ona zor günler yaşatıyor.
Bireysel olarak kadınların kendi kurtuluş savaşlarını vermelerine tanık olsak da dünya hâlâ kadını da erkek birey gibi kendi işi, kendi evi ve kendi arabası olması gereken, yaşamak için kocası ve/veya anne/babasının çatısı altına sığınması gerekmeyen bir varlık olarak tanımlayamadı. Erkek egemen olan çoğu toplumda kadının bağımsızlığının erkeklerin içine gelmediğini söylemeden geçemeyiz.
***
Michelle Pfieffer’ın zirve yaptığı sahne, Betty Ford’un tesadüfi mamografi testi sonucu sol göğsünde tümör bulunmasını takip eden olayların son zinciri, Betty Ford’un hayat hikâyesi tabii ki biliniyor olabilir ama diziyi spoiler vermeden anlatmak için S1E5’in sonunda sizi (kadınlar ve belki de erkekleri de) gözyaşlarının beklediğini söyleyebilirim.
***
Ben bir First Lady’nin meme kanseriyle ilgili anılarını anlatmalarına şaşarken bir dirğerinin bir kadın gazeteciyle olan aşk ilişkisini anlatmaya başlıyor dizi.
Michelle, Barack’a LGBT evliliklerini savunması gerektiğini söylediği zaman Barack Obama “I lose the churches-kiliseleri kaybederim…” diyerek dürüst davranıyor.
“They’re terrified of you. The truth is they’re terrified of women.- Senden korkuyorlar. Aslında kadınlardan korkuyorlar.” diyoe Betty Ford’un yardımcısı ve en yakın arkadaşı.
***
Dizinin zirve yaptığı sahne ise S1E9’da Eleanor Roosevelt’in Japonlar Pearl Harbour’ı bombaladıktan sonra ülkeye seslenişi. Askerliğin yan gelip yatma yeri olmadığını Roosevelt’lerin oğullarının da Amerikan donanmasında 2. Dünya Savaşı’nın kalbi olan Pasifik’te görev almalarından anlıyoruz.
Kader bize de çocuklarını askere gönderen yöneticiler nasip eder inşallah diyerek gözyaşlarıyla izliyoruz.