PERA PALAS’TA GECEYARISI: MEKÂN GÜZEL HİKÂYE GÜZEL KOSTÜMLER GÜZEL AMA…

Tansu Biçer ve Hazal Kaya Pera Palas’ta Geceyarısı dizisinin 1. bölümünde…

Dizinin künyesi: Pera Palas’ta Geceyarısı 

Başroller: Hazal Kaya, Tansu Biçer, Selahattin Paşalı 

Sezon: 1. 2022, 8 bölüm 

Senarist: Elif Usman 

Yönetmen: Emre Şahin, Nisan Dağ 

Yapımcı: Sam Anzel, Kelly McPherson, Emre Şahin 

Yayınlandığı platform: Netflix 

IMDb puanı: 7.2 

-Dikkat spoiler içerir- 

Daha ilk sahneden ne izlemeye başlayacağımızı bize heyecanlı bir şekilde veren dizi: Pera Palas’ta Geceyarısı. Bir yatak. Bir bebek. Gerilim müziği. Bir saat. Ve kaybolan bir bebek. Ölmüş, vardan yok olmuş ya da buharlaşmış olamayacağına göre zamanda yolculuk ettiğini tahmin edip gülümseyerek başlıyorum diziyi izlemeye. Vay be. İstanbul ve Pera Palas gibi tarihi bir otel. Zamanda yolculuk için daha güzel bir seçim olabilir mi? İstanbul’a özellikle Beyoğlu’na gidince zaten zamanda yolculuğa çıkmıyor mu insan? 

Dizinin ismini araştırınca, karşıma Amerikalı bir uluslararası ilişkiler profesörü olan Charles King’in benzer isimdeki tarihi araştırma kitabı çıktı: ‘Midnight at The Pera Palace: The Birth of Modern İstanbul’  

Kitap, 31 Aralık 1925 gece yarısı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Pera Palas’ta ilk defa yeni yılı kutladıklarından yola çıkarak o dönemi anlatıyor. “Müslümanlara olduğu kadar Rumlara, Ermenilere, Yahudilere de ev sahipliği yapan İstanbul hiçbir zaman sadece Türklerin olmamıştı.” (Kitabın tanıtım yazısından, alıp okumadım, kitapla ilgili yorumlardan kitabın objektif olmadığı imajını edindim.) 

Gelelim dizimize. Beni gülümseterek başlayan ilk sahneden sonra, sarsak denecek kadar dağınık, heyecanlı, söz dinlemez, kendine aşırı güvenen, asi karakterli gazeteci kadın Esra (Hazal Kaya), amiri tarafından Pera Palas’ın 130. kuruluş nedeniyle yazmasını istediği yazı için adı geçen otele gönderilmesiyle hikâye başlıyor. Esra’nın Otelin gizemli müdürü Ahmet Bey (Tancu Biçer) tarafından karşılandıktan sonra ne gibi maceralara atıldığını hepimiz izledik. Bu yüzden izlemeyenleri de düşünerek hikâyeyi anlatacak değilim. Benim derdim ayrıntılarda. 

Öncelikle otel zaten dışarıdan ve içeriden o kadar güzel bir mekân ki kamerayı lobiye koysanız ve bütün gün kaydetse sonra siz onu editleseniz, uzun metrajlı bir film çıkabilir. Mekân harikulade, zamanda yolculuk fikri müthiş, ellerindeki anahtarlarla zamanda yolculuk etme buluşu güzel, geriye ne kaldı, şekeri-unu-yağı güzelce kavurup helva yapmak.  

‘Back to the Future-Geleceğe Dönüş’ filminden örnek vererek devam etmek istiyorum. Michael J. Fox’un canlandırdığı kahramanımız Marty McFly da bizim gazeteci Esra gibi sarsak, dağınık, heyecanlı, söz dinlemez ama kendine güveni biraz az olan bir delikanlıdır. Geçmişe gittiklerinde ne yapacağını bilemeyip salaklaştığı zaman ara sıra ona yol gösteren bir kılavuzu var. Çatlak profesör Dr. Emett Brown rolündeki Christopher Lloyd.  

Normal olarak hiçbirimiz zamanda yolculuk yapmadık -yapan varsa da sonsuza kadar sussun bence. O yüzden böyle bir filmi/diziyi çekerken hikâyeyi komediye dönüşmekten kurtaramazsanız izleyici yani biz izlerken gülmekten kırılabiliriz. Zaten ikide bir o yıla bu yıla giden ve nerede değil hangi zamanda olduğunu sorgulayan ve nasıl davranacağını, nasıl giyineceğini, nasıl konuşacağını kestirmekten yoksun kahramanlar komik olmasınlar da ne yapsınlar?  

Pera Palas’ta Geceyarısı dizisinde benim ilk takıldığım şey ne yapacağını Esra’nın bilemeyen tavırlarına kılavuz olması gereken otel müdürü Ahmet Bey’in de kimi durumlarda şaşakalarak hiçbir şey yapamaması. Esra’nın Agatha Christie’yle İngilizce konuşabildikten sonra George isimli İngiliz subayının diğer İngiliz askerleriyle oturduğu masaya davet edilince, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere olduğu bilgisini tarihin gidişatını değiştireceğini aklı etmeden güzel güzel anlatırken neden Türkçe konuştuğunu merak ettim mesela.  “Yani özetle beyler, geldiğiniz gibi gideceksiniz!” cümlesini Türkçe söylese yeterdi. Daha sonra 8. bölümde aynı İngiliz subayını otelde çaya davet ettiği sahnede bülbül gibi İngilizce şakımasıyla ters düştü bence o görüntüler. Ne diyorlar bize sinemacı ve yazar hocalarımız, isterse uzayda isterse taş devrinde geçsin ama önemli olan karakterlerin kişilik ve davranışlarındaki tutarlılıktır olayı inandırıcı kılan.   

Yine Geleceğe Dönüş’ten örnek vereceğim. Eğer kahramanınız zaman yolculuğu filmlerinin esaslı bir savı olan geçmişe gidildiğinde hiçbir şeyin değiştirilmemesi gerektiği kuralını bozmuş ve gelecekteki kendi varlığını tehlikeye atmışsa ve bu işi kendi imkanlarıyla düzeltemeyecek kadar beceriksizse o zaman senaryoyu yazarken tam yerinde şansının yaver gitmesini sağlarsınız. Tam yerinde atılmış bir yumruk, tam yerinde binilmiş bir asansör, tam yerinde açılmış bir kapı ya da daha ileri gidelim, tam yerinde ateş edilmiş bir silahla ters giden şeyleri düzeltebilirsiniz. 

Esra karakteri otel müdürüyle ilk tanıştığı anda bile ‘Buranın manyak bir tarihi varmış’ diyerek kaba konuşabiliyor, üstelik otele bir gazeteci kimliğiyle gitmiş ve orada olmasının sebebi zaten o otelin ‘manyak’ tarihi olmasına rağmen. Mustafa Kemal’i gördüğünde ‘Atatürk’ dediği için eleştirenlere ‘ben ne yapayım senaryo öyleydi’ diye cevap vermiş oyuncu. Haklıdır, ben senaryo yazmadım ama yazsaydım, karakterin kendi kendine ‘Atatürk! Gerçek olamaz bu!’ dedikten sonra ‘Ne Atatürk’ü! Esra tarih hatırla kızım biraz. Şu anda Mustafa Kemal o!’ deseydi daha az salak görünürdü bence.  

“2022’den birdenbire 1919’a ışınlansan sen de salaklaşır kimle, nerede, ne zamanda olduğunu karıştırırdın!” diyenlerinizi duyar gibi oluyorum. Benim de demek istediğim zaten bu. Sıradan bir Tuğba ışınlansa evet ama siz 8 bölüm dizi çekmek üzere kurgulayıp bir Esra karakteri yaratıyorsunuz. Onun da evde çekirdek çitleyerek bu diziyi izleyenlerden birazcık daha farklı olması gerekmiyor mu? Ya çok akıllı olmalı ya bir akıl hocası olmalı ya da şansı yaver gitmeli.   

Hazal Kaya’nın Esra karakteri olarak ettiği küfürlere takılanlar veya beğenenler olmuş. Ona da değinmeden edemeyeceğim. Dizinin en can alıcı noktasında, her şeyi batırdığını anladığın anda çekilen koca bir ‘siktir’ seyirciye ‘Küfretti ama n’aapsın kız, her şey berbat oldu…’ dedirtebilir. Ahmet Kaya, Keban Barajı’nın yapımı sırasında evlerinden, köylerinden edilmiş halk için yazdığı ‘Gayrı Gider Oldum’ şarkısında    ‘Siktir çekilmişim yani kendi öz yurdumdan, çeker giderim’ dediğinde haklı yere edilmiş küfre kimse itiraz edemez. Ben o yüzden fazlaca ve gereksiz yere kullanılmadığı taktirde küfürlere takılmıyorum. 

Gelelim dizinin güzel taraflarına. Bir cinayet ve onu kovalayan ‘whodunnit’ sahneleriyle heyecanı dorukta tutmaları, otel halihazırda muhteşem bir set olduğu için otelin güzelliklerini kamerayla sabitleyerek karşımıza çıkarmaları ve dönem dizisini güzel kostümlerle bezemeleri (iç mekanlardaki çekimlerin ve kıyafetlerin dış mekanlardan daha inandırıcı olması hariç) dizinin güzel yanlarıydı. Savaştan çıkmış ve savaşa girecek olan bir şehirde, askerlerin kırmızısı solmamış bayraklarıyla hiç yıpranmamış üniformaları içinde kadraja girmiş olmaları ilginç görüntüler oluşturmuştu. 

Daha da spoiler vermeden son (kurtarma) sahnesinin inandırıcılığıyla ilgili şüphelerimi dile getirmek isterim. Dizinin popülerliğini ve diziye olan merakı körükleyen Esra’nın Mustafa Kemal’e ‘sarılma’ sahnesinin (izleyenler bilir, izleyecekler anlayacaklardır) sosyal medyada paylaşılarak yayılmış olması güzel bir olay. Ama memleketçek ‘bir kurtarıcımız olsa da ona sarılsak’ duygusunu 1919’dan beri halen üzerimizden atamadığımızı gözler önüne sermesi açısından oldukça ilginçti diyebilirim. 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s