ELÇİN POYRAZLAR’IN “ECEL ÇİÇEKLERİ” ROMANI SURATINIZA TOKAT GİBİ ÇARPACAK

Elçin Poyrazlar, Gazetecinin Ölümü (2014), Kara Muska (2016) ve Mantolu Kadın (2018)’dan sonra Doğan Kitap’tan çıkan son romanı Ecel Çiçekleri ile tekrar okurlarıyla buluşuyor.  

Kitap iki kadının taşınma sahnesi ile açılıyor. Bir evden bir eve, bir şehirden bir şehre, hatta bir hayattan diğer bir hayata taşınan insanlar. Taşınabilen insanlar demeliyim çünkü bu isimsiz (tanınmamak için isimlerini değiştirmiş olan) kadınlar şanslı olanlar. Bir de daha az şanslı olanları var. 

Sövüyor dediklerinde bırak sövsün geçer, dövüyor dediklerinde bırak dövsün geçer dediğimiz, koca/baba/erkek kardeş/ağabey/erkek kuzen/amca/dayı/sevgili veya partnerleri ÖLDÜRÜYOR! Diye çığlık attıkları zaman BIRAK ÖLDÜRSÜN! dediğimiz insanlar. Sövünce geçiyor, dövünce geçiyor, iyileşiyor yaralarımız ama öldürünce maalesef… 

Elçin Poyrazlar, gazeteci kimliği ile takip ettiğim ve bir önceki romanı olan Mantolu Kadın’ı okumuş olduğum bir kadın yazar. Kadın kelimesini özellikle ekledim. Aslında mesleklerin önüne cinsiyet gelmemesi gerekir değil mi? Ve dahi cinayetlerin… 

Yetiştiriliş tarzımız, (lanet olası) örf, adet ve ananeler, ayıplar, günahlar, mekruhlar yüzünden erkeğin kadına bakış açısını değiştiremiyoruz bir türlü. Yazarın romanda taksiye binen kadınların taksi şoförü ile girilen diyalogda verdiği örnekten bir arpa boyu ileri gidemedik hâlâ. 

“Ne kötü kadınlar var” diye sürdürdü Burcu. “Hep iyi adamları baştan çıkarıp canavara dönüştürüyorlar.” 

“Hah! Doğru dediniz. Benimki mesela benden izin almadan evden başını çıkaramaz. Mülayim, çocuklarının anası, sessiz bir kadındır. Bayan dediğin uysal olmalı. Yani öylesi daha makbul. Pardon ama car car konuşursan öyle yersin tokadı, di mi ablam?” 

Romandaki hikâyeyi açık etmeden, gizemi bozmadan kahramanlardan bahsedeceğim size. Fakat kahraman deyince o da kafa karışıklığı yaratıyor insanda. Meşhur ‘Batman’ mesela, kahraman ilan edilmişken, polis gücünün işini yapamaz, tek başına bir adam adaleti kendi elleriyle sağlamaya soyunamaz denerek bu sefer suçlu ilan ediliyor.  

Elçin Poyrazlar, kafasındaki/kafamızdaki kahraman veya kötü kişi (İngiliz dili konuşanlar ‘villain’ deyip geçiyorlar ne güzel, cinsiyetsiz. ‘Kötü adam’ diyeceğim olmayacak, ‘kötü kadın’ diyeceğim, ‘kadın’ kelimesinin önüne getirilen her sıfat bambaşka yerlere çekilir bizde, o yüzden ‘kötü kişi’ dedim!) karışıklığını şöyle söyletmiş Komiser Suat Zamir tiplemesine: 

“Her ölen masum mu? Ya da her öldüren suçlu mu?” 

Suat Zamir, dedesi ve hayata genç yaşta veda etmiş babası polis olan, akademi mezunu bir kadın polis. Çocuğu/torunu erkek olsun isteyen (her) ailede olduğu gibi ismi daha doğmadan belirlenmiş ve bebek kız da olsa bu ismi koyarız, denmiş. Ama o ismine ve ata mesleği olan polisliğin kadına karşı olan bakış açısına rağmen çok iyi bir polis olmayı kafasına koymuş. İş ve özel hayatında kadınlık gerçekleri ile dertleri yok değil tabii ki. Çünkü kimsenin bir erkeği dar pantolon giydi diye kadınları tahrik etmekle suçlamadığı bu ülkede, bir kadına “El sıkışmayalım abdestim bozuluyor!” diyen erkekler yaşamakta (maalesef). 

Mesleği kolluk kuvveti ama cinsiyeti (çoğu coğrafyada) hor görülen, aşağılanan, konuşmasına, okumasına, fikir sunmasına, karar vermesine, sokağa çıkmasına izin verilmeyen kadın cinsiyeti olunca, Komiser Suat’ın da kafası karışıyor biraz. Kadın cinayetlerini durdurmak için sokaklara dökülen kadınların arasına karıştığında göstericilerden yana mı olsun, yoksa göstericileri darp eden, saçlarından yolan, yerlerde sürükleyen, coplayan kolluk kuvvetlerinden yana mı olsun bilemiyor. 

Elçin Poyrazlar

Romanın başında isimlerini değiştirerek yeni hayatlarına başlayan iki kadın karakterimiz var demiştim. Sonunda karar verebildim, onları anti-kahraman olarak adlandıracağım. Hikâyeden -spoiler- vermeden nasıl anlatabilirim diye düşünürken aklıma başka bir anti-kahraman olan Dark Knight Rises’da Tom Hardy’nin canlandırdığı Bane karakteri geldi. O filmde Bane’e “You are pure evil / sen saf kötülüksün.” dendiği zaman Bane şöyle bir cevap verir. 

I am necessary evil / Ben gerekli kötülüğüm.”  

Bence çok düşündürücü bir cümledir. Nitekim bu romanı okuduktan sonra tekrar aklıma takıldı. Elçin Poyrazlar’ın iki kadın anti-kahramanı da adaletin onu sağlayacak kurumlarca sağlanamadığı veya savsaklandığı günümüz şartlarında kendileri soyunuyorlar adalet dağıtıcı olmaya. 

Hak verirsiniz ya da vermezsiniz. Kötülüğün iyilikle, dürüstlükle, kanunlarla cezalandıramadığı bir yerde kötülüğe kötülükle karşılık vermek suç mudur, yoksa hak mıdır diye düşünmeden edemeyeceksiniz. 

Bu sizin seçeneğiniz olmayabilir. Çünkü siz, ben vergimi veriyorum, kanunlara, kurallara uyuyorum, bu ülkenin bir vatandaşıyım, ben herkesin haklarına saygı duyuyorum ve ben de haklarıma saygı duyulmasını istiyorum diyerek mutlu mesut yaşarken, 17 yaşındaki liseli genç kızınız arkadaşları ile sinemadan çıkışta evine yürürken lambası patlamış karanlık bir sokakta sadece yalnız başına yürüyor diye (çok af edersiniz) birkaç dallama tarafından darp edildiği, taciz edildiği hatta (söylemeye veya yazmaya dilim varmıyor ama ONLAR YAPARKEN AYIP DEĞİL DE BİZ YAZARKEN Mİ AYIP!) tecavüze uğradığı gün, o hak ve adalet sağlayıcılarının “Ne işi varmış o genç kızın o saatte o izbe sokakta?” diyerek başlarını öte tarafa çeviriverdiğini göreceksiniz. 

Siz hastanede, canınız ciğerinizin başucunda uykusuz gecelerde beklerken, başka bir yörede başına böyle bir iş gelmiş başka bir genç kızın tecavüzcüsü ile evlendirilmek zorunda bırakıldığı haberini okuyabilirsiniz.  

Rahatsız edici geldi değil mi?  

Elçin Poyrazlar’ın romanında da suratınıza tokat gibi çarpacak sahneler var. Eğer bana dokunmayan ‘erkek’ bin yaşasın diyen, kadındır kırsın kıçını otursun evinde, erkeğine çemkirmesin diyen kadınlardan iseniz bunlar sizi rahatsız edebilir. Ya da kadının yeri evidir, ocağının başıdır, karnından sıpasını, sırtından sopasını eksik etmemek lazımdır diye düşünen erkeklerdenseniz size ağır gelebilir. 

Mesleğin önünde ‘kadın’ yazdığımız zaman “Ama neden kadın yazar dediniz, erkek yazar diyor muyuz ki?” diye soranlara, ben de tekrar diyorum ki, ‘cinayet’in başındaki ‘kadın’ı kaldırmadan, sanki bir insanın değil de başka bir yaratığın öldürülüyor ve öldürülebilir,  

Yakılabilir,  

Parçalanıp gömülebilir,  

Yüksek katlı binalarından pencerelerinden atılabilir,  

Satılabilir,  

Alınabilir,  

Rızası dışında seks yapmaya mecbur edilebilir, 

Olduğu hissini yok etmeden, erkeğin daha minnacıkken “Göster bakalım amcalara pipini oğlum!” Cümlesinden itibaren “Ben üstünüm çünkü benim pipim var!” bakış açısını değiştirmeden, kız çocuklarının cinsiyetinden ve harika bir işlev olan doğurganlıklarının doğal döngüsü olan âdet kanamasından utanmaları hissini yok etmeden hiçbir şeyi değiştiremeyiz. 

O yüzden biz de Elçin Poyrazlar gibi, bu cinayetler hakkında daha çok yazacağız. Daha çok bağıracağız, erkek çocuklarımıza bunları daha çok anlatacağız, öğreteceğiz, kız çocuklarımızı daha güçlü kılacağız. 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s