Çocuklar kahve içmez kararır dendiği zaman biz inanırdık. Şimdi oğluma bunu diyecek olsam koca insan ırkının yarısının çocukken fazla kahve içmekten mi zenci olduğuna dair bir soruyla karşılaşmaktan korkarım.
Eskiden eskitilemeyen yeni şeyleri giymek, elden ele geçirmek güzel şeylerdi. İnsanlar nişana kınaya ya da başkasının düğününe gidecek kıyafetleri olmadığında, komşuları ‘bak ben bir kere giydim al sen de giy bi işe yarasın’ dediği zaman sevinirlerdi. Zaten her evde dikiş makinesi ve dikiş bilen bir anne. Tadilat ya da restorasyona uğramış giysiyi sahibi bile taniyamaz, el eli yur el de yüzü yurdu.
Liseden mezun olacağım sırada mezuniyet balosuna elbise dikecekti annem. Bir aile dostumuzun artık giymediği hafif genç kız topuklusu ayakkabılar bana verildi. Elbisem de ona göre siyah ve lame dikildi. Ne güzel günlerdi. Utanmadan, sıkılmadan, dert etmeden giyerdik eskitilememiş yenileri.
Annemin dikiş konusunda harikalar yaratma yeteneği sayesinde, bir kumaş evrilir çevrilir, başka bir kumaşla kombine edilir ve son hali ne de güzel olurdu. O zamanla Google falan yok, o kafadan çıkardı butun fikirler. Hala da öyledir ya!
Şimdi insanlar evrim teorisiyle uğraşıyorlar ama ben hepimizin maymuna döneceği günü iple çekiyorum. Çünkü maymunlar tarafından yetştirildiysen adın Tarzan, maymundan beş dakika fazla insana evrimleşmişsen tarzın var!
Üzerime dar dikildiği için daha paçaları yapılmamış keten pantolonumu vermiştim arkadaşlarımdan birine. ‘Sen benden zayıfsın’ dedim. ‘Paçalarını yaptır giy’. Ertesi gün geri gelmişti pantolon. N’oldu dedim olmadı mı? Yok ya dedi. Oldu da, tarzım değil!
Babam kadir kımyet bilmeyenler için der hep: Öksüzün eteğine kavurgayı koymuşlar da çükümü yaktı diye dökmüş. Tamam arkadaşım öksüz değildi, ve yere de dökmedi verdiğimi ama insanların beğeni eşiklerinin bazen boylarını kat kat aştığını görmek gülsem mi ağlasam mı bir durum yaratıyor çoğu zaman.
Bakıyorum da, düğünlere derneklere ay benim giyecek hiç bir şeyim yok diye elinde kredi kartıyla koşturan nesilden bir önceki nesiliz biz. Anneleri okul müsamereleri icin kostüm diken (dikkat edin etkinlik değil müsamere), arkadaşının kotunu, komşunun şık elbisesini ya da aile dostunun ayakkabısını giyen nesil.
Çocukların bile ‘ben o marka ayakkabı giymem’ diye direttiği bir dünya yarattık. Sürekli tüketerek, atalarımızın bir söyleyip pir söylediği lafları bile beğenmeyip günde yüzbinlercesini yumurtlayıp tweet mezarlığına yolluyoruz.
Herkes on beş dakikalığına meşhur oluyor ve herkesin bir tarzı var evet.
Bu arada kitaplarımı dizerken seneler önce (kaç sene olduğunu söylemeyeceğim) ortaokulda okuduğum ‘The Crocodile Dies Twice’ isimli hikâye kitabını gösterdim anneme. Kitabı seneler sonra bile aynı telaffuz edebiliyor: ‘Dı kokoday days days’!
Ben mi? Bense seneler öncesinden daha çok seviyorum onu.
Yazının sonunu bağlayamadım mı? N’apıyım, herkesin son olarak algıladığı gibi bitirmek de benim TARZIM DEĞİL!
bıraktım.
Quoting Oscar Wilde: “Fashion is a form of ugliness so intolerable that we have to alter it every six months…”