
Konu komşudan altın-gümüş takı-tarak-diş ne bulabilirse toplamış, kucağına heybelemiş ayakkabılarını giyerken yakaladım.
“Yahu babaanne dur nereye gidiyorsun?” diyemeden fırladı evden. Lafın gelişi tabii ki. Nereye fırlayacak yetmiş sekiz yaşındaki kadın? Şipidik terliklerimi ayağıma geçirip peşinden gittim. “Babaanne nereye gidiyoruz? Nefes nefse de kalmışsın…”
“Çekil önümden!” diyor başka bir şey demiyor.
Babaannemin güdümlü füze hali bu. Kırmızı düğmesini bulup görevi iptal etmeden gideceği yere varmaktan vazgeçmez. Katır inadı diyeceğim de… Neyse okuyacak olursa kızar şimdi.
Bizim semtin ana caddesindeki kuyumcuya kadar tıknefes ola ola beni peşinden sürükledi. Ne zaman kuyumcu dükkanına girdik, oturduk, o zaman nefesini topladı, kucağındakileri tezgâha bıraktı.
“Bunlardan yumurta yapıvercen bana…” dedi kuyumcu Rober Abi’ye. Yılların kuyumcusu Agop Amca’nın en büyük oğlu Rober Abi ve ben birbirimize bakmışız şaşkınlıkla.
“Hoş geldin abla, hele bir soluklan otur, bir çay söyleyeyim, dur. Açık mı olsun?”
“İstemez çay may. Hem siz ne bakışıp duruyorsunuz yahu? Yumurta dedik işte. Pasaklı yumurtası. Mutin’e gönderecem. Gönderecem ki sevinsin gariban da durdursun şu rezil istilayı.”
Tam içimden ‘Hııııı, tamam babaanne ama sen çok yanlış sulardasın yaaaa…’ diye geçiriyordum ki babaannem devam etti.
“Pek de gençsin. Patronun nerede senin? Hacı Süleyman Ağa? Ona baktıydım ben. Onun dükkânı değil mi burası?”
Al başına belayı. Şimdi babaanneme Hacı Süleyman Ağa’nın on beş yıl önce öldüğünü, ölünce dört oğlundan hiçbirinin bu işi yapmak istemediğini, altınları ve dahi dükkânı satıp savıp paylaştıklarını, böylece yılların emeği olan Süleyman Ağa Kuyumcusu’nun onca birikiminin dörde bölünüp har vurulup harman savrulduğunu, hepsi bir köşeye dağılan hayırsız evlatların analarına bile bakamayacak hale geldiklerini, yıllardır kuyumculuk yapıp birbirlerine of dememiş Agop Efendi ve Süleyman Ağa’nın ardından oğlu Rober’in hiç üzerine vazife değilken babasının vasiyeti üzerine Süleyman Ağa’nın yadigârı olan karısına sanki kendi öz teyzesi gibi kol kanat gerdiğini nasıl anlatacaktım babaanneme?
Ben ağzımı açmadan Rober Abi başladı konuşmaya.
“Haaah şööööyle. Çaylarımız da geldi. Ablamınki açık olan. Hah. Tamaaaaam. Ablacım Hacı Süleyman Ağa vefat edeli on beş sene oldu. Burası onun dükkânı evet. Oğulları satılığa çıkardığında biz aldık ve iki dükkânı birleştirdik, büyüttük. Burası artık Agop Efendi’nin dükkânı. Babam da beş sene önce vefat etti. Işleri ben yürütüyorum artık.
Aboooov. Babaannemin canını al, Ermeni dükkânındasın deme. Sen n’eetin Rober Abi yahu?
“Ne diyor kızım bu?” diye bana güya fısıldadı babaannem. “Affedersin Ermeni evladı mıymış bu? Tövbe tövbeee! Biz nereye gelmişiz yahu?”
Ben babaanneme Türkiye’nin gayrimüslim azınlıklar tarihini anlatmaya hazırlanırken, Rober Abi konuyu toparladı.
“Şimdi sen ne istiyorsun ablacığım? Bana tam olarak onu anlat. Bir bakalım yapabilecek miyiz?”
“Evladım Ermeni mermeni. Olsun, n’olcak? Sen de evladım sayılırsın. Sayılır di mi kız?
“Sayılır babaanne.”
“Şimdi eskiden bu Urusya’nın çan denen büyük adamları ve onların karılarına altından yumurtalar yapan bir kuyumcu varmış. Televizyonda gördüm. Hani böyle süslü püslü yumurtalar. Yakutlar, zümrütler filan. Rengarenk. Bizim mahalleden o kadarı çıkmadı. Ama elimizden gelen bu. Bununla yumurta yaptırıcaz Mutin denen o zalime.
“Fabergé yumurtaları!” dedik Rober Abi’yle aynı anda. Gerisini Rober Abi tamamladı.
“Şimdi güzel ablam. Sen beni öyle bir işe layık gördün ki! Ta bin sekiz yüzlü yıllarda baba-oğul Fabergéler tarafından yapılan, Rus çarlarının karıları ve annelerine her yıl hediye ettikleri yumurtalardan yapmamı istiyorsun anladım. Ah kurban olduğum ablam, bu Romanov’lar denen Rus hanedanı böyle israf, şaşaa, gaflet dalalet ve hatta hıyanet içinde yaşadıkları için koskoca bir Rus devrimi olmadı mı? Halk ayaklandı. Komünist Rusya doğdu. Şimdi Mutin bütün bu Marksist-Leninist öğretiyi ayakları altına alıp da altın bir yumurtaya kanar mı hiç?”
“Bana bak hele! Yapamam beceremem demiyor da! Ne dedi kız şimdi bu gomoniz filan? Bu Mutin onca insanın hayatını ayaklar altına aldı da Leninik şeyi mi ayaklar altına alamayacak? Amerigaylan itişmeyi, Çin’e yanaşmayı biliyor mu biliyor. Hitler’in Avusturya’yı ilhak edişi gibi elini kolunu sallaya sallaya Ukrayna’ya girebileceğini sanıyor mu sanıyor. Sonra Selenski evladım eline sopayı alıp da Rus askerlerini pataklamaya başlayınca geri vitese takıyor mu takıyor. II. Dünya savaşında Mitler-Nussolini-Pranko üçlüsü gibi tüm dünyaya meydan okuyarak kendisininki hariç tüm milletleri aşağı görerek faşist egosunu tatmin etmeye çalışıyor mu çalışıyor. Bir tek benim yumurtamı mı dikkate almayacak? Hem ben sadece yumurta yollamayacağım ki. Bak oğlum Vladimir, diycem. Bu işler öyle at sırtında çıplak yiğitlik taslamaya benzemez, diycem. Nice analar oğulsuz, nice evlatlar babasız kalacak etme eyleme, diycem. Neyi bölüşemiyorsunuz Ukraynalılarla, diycem. Buğdaysa buğday, petrolse petrol, doğalgazsa doğalgaz ver parasını da al neden bomba atıyorsun, diycem. Diycem de diycem. He de bakalım şu yumurtayı yapıvercen mi bana? Aha bak çiçekli böcekli olanının resmini indirttim mahalledeki kadınlara. İçinden sürpriz filan çıkmasında da gerek yok. Sade olsun bizimki. Pasaklı yumurtası işte. Bizimki pasaklı olmasın ama güzel olsun. Sen bilin artık.”
“Paskalya o babaanne…”
“Amaaaan! Bunun da doğrucu davutluğu bitmez. Pasaklı paskalyı ne zıkkımsa işte.”
Rober Abi’yle tekrar bakıştık. Tezgâhın üzerindeki ıncık cıncığı bir poşete doldurdu. Gülümseyerek bana uzatırken fısıldadı.
“Artık sen anlatırsın değil mi…”
“Fabergé yumurtalarının her birinin bir sürü mücevher ustası tarafından neredeyse bir yılda yapıldığını ve bir servete mal olduğunu mu abi? Hiç sanmıyorum ama sabrın için teşekkürler.” Diye fısıldadım ben de.
“Hadi babaanne çayın bitiyse gidelim artık. Çok meşgul ettik Rober Abi’yi.”
“Estağfurullah yine beklerim ablacım. Sen arada bir çık gel böyle.”
Tırıs tırıs eve doğru yürümeye başladık. Babaannemin süngüsü de omuzları da düşmüştü.
“Adama Ermeni evladı dedik ayıp ettik tuh! Bence alındı da o yüzden yapmam dedi.”
“Ya babaanne. Adamın zaten babası Ermeni. Kendisi de haliyle Ermeni evladı. Ben sana Türk evladı desem sen alınır mısın?”
“Tövbe haşa. Niye alınayım ki?”
“E işte onlar da öyle. Kimlikte T.C. vatandaşı ama aslen Ermeniler. Dini de Hristiyanlık.”
“Puuuu Müslüman değil mi şimdi bu çocuk? Yazııık. Ben de diyordum neden ciddiye almadı bizi?”
“Babaanneciğim Mutin de Ortodoks Hristiyan. Göndermek istediğin yumurta da Hristiyanların Paskalya Yortusu dedikleri İsa peygamberin yeniden dirilişini kutladıkları dini bayramları için yapılmış bir hediye.”
“Amaan çok bilmiş şey sen de!”
“O değil de babaanne Mitler-Nussolini-Pranko dedin ya beni benden aldın kız! Gel bakayım sen nerden biliyorsun o faşistlerin isimlerini?”
“Bir tek onlar mı? Daha bir sürü var da hepsini sayamadım. Neme lazım bu yaştan sonra. O gazeteciler gibi deli miyim ben hapse girecek?”
“Hangi gazeteciler babaanne?”
“Ay ne biliyim isimlerini be. İkisinin de ismi aynı ama biri içeri girdiydi biri dışarda kaldı ya! Yurda da dünyaya da barış gelsin diye uğraşan gençler işte! Sen ne zannettin babaanneni? Bu saçları değirmende ağartmadım ben!”
Bu yazım Tarama Ucu Dergi’nin Mart 2022 tarihli 10. sayısında yer almıştır.

Yorum bırakın