ŞARKICI DA OLSA, GAVUR DA OLSA SAVUN, YETMEZ AMA SAVUN

Tutturdu ille de benim ahretliği göreceğim, diye. Ahretliğin nerede? Trabzon’da. Biz neredeyiz? İstanbul’da. Yahu babaanne kış var soğuk var. Ne işin var Trabzonlarda? Yazın gidersin. Yok ille de gideceğim. Babaannem bu. Laf dinler mi? Elli sene evvel karayoluyla Hacca giden dedem onu da götürmedi diye iki ineği satıp savıp evdeki diğer malları da gelini olan anneme emanet edip taaa Hatay Yayladağı sınır kapısına kadar nakliye kamyonlarının tepelerinde gitmiş de yönünü Kabe’ye çevirip sınırdan dua etmiş. Sen benim oraları görmemi istemediysen ben de gelip ta ahan da buralardan dua ederim, demiş. Artık kime dediyse, sorsan dedenize dedim diyor ama… Dedemler Hac’dan dönüp de sınırı geçinceye kadar beklemiş. Sonra dedemin kafilesiyle dönmüş memlekete. Düşünsene adam hacı olmuş tam murada erecek, sınır kapısında karısı karşılıyor adamı zebani gibi! Zavallı adam!

Söz dinletemedim elbette. Bu sefer de uçakla gideceğim diye tutturdu. En büyük havalimanını görecekmiş. Yeni ya. Ölmeden önce orayı görmek ona nasip olasıymış. İyi dedim gideriz, orada da edersin duanı. Yalnız dedemi bekleme bak. Bu sefer kalkıp gelemez gittiği yerlerden. Şöyle ters ters baktı bir bana. O kadar da manyamadım de hade git bilet neyim al, diye de payladı.

Neyse biletler aldık, bavullar topladık, denk denkledik. Çıktık yola. Ahretliğine sırma işlemeli bir yastıkla altın sarısı atlas satenden bir yorgan borcu varmış kırk sene evvelinden. Onları da götürmeden şuradan şuraya gitmem dedi. Dedi mi dedi. Vallahi de dedi billahi de dedi. Vardık havalimanına. Vardık ama kar bizden önce varmış. Başladık uçak kalksın diye beklemeye.

Bekle Allah bekle uçak kalkmaz. İki saat üç saat beş saat oldu uçak kalkmaz. Ben yetkililerden haber almaya gidince güvenli bir yere oturttuğum babaannemin yanına döndüğümde bir de ne göreyim? Trabzon’daki ahretliğiyle telefonda görüntülü konuşmuyor mu? Ya babaanne sen nereden biliyorsun dememe kalmadı karşıdan teyzenin torunu Trabzon Havalimanı iniş-kalkışlara kapandı demesin mi? Trabzon’a gidemiyoruz, kar fırtınası var eve de dönemiyoruz. Kaldık mı buralarda! Al dedim, en büyük havalimanındasın. Hadi et duanı. En son tüm uçaklar iptal diye anons geldi, herkes bir rahata erdi. Babaannem yanımda bitti. Tuvaletler çok kalabalık ey oğul, abdest alamıyorum. Namazım da kaçacak. Tuh! Bizim oralarda kız erkek fark etmez bütün çocuklar oğul’dur. Tam o sırada derinlerden bir sesler yükseldi. Dış hatlar bekleme salonundan geliyor. Bağırıyorlar ki ne bağırma.

WE NEED HOTEL!

‘Ne istiyor gene bu gavurlar?’ diye sordu babaannem yüzünü ekşiterek. Otel istiyoruz, diyorlar babaanne. Nelerine gerekmiş otel? Bu karda kışta sıcacık içerdeyiz ya işte. İyi de babaanne Avrupa’da işler böyle yürümü… Avrupa isteyen oraya defolsun gitsin. Ne işleri varmış madem burada? Ama babaanne insan hakları… Onlar insan da biz değil miyiz? Abdest bilmez namaz bilmez taharet bilmez pis mendeburlar! Bak hele bak. Namazım da kaçacak. Namazlığım da bavulda kaldı. Nereye gitti o bavullar. Vermeyeydin iyiydi o kızlara. Attılar çöpe zaar.

Ben neler olduğunu anlamak için ortalıkta dolaşırken babaannemi sen bir yere kıpırdama diyerek oturtuyorum. Olur ya kuyruk azalır da abdest alabilir diye tuvaletlere yakın bir yer buluyorum. Protestolar sürüyor. Millet çoluk çocuk perişan yerlerde yatıyor. Geri geldim bir baktım. Babaannem namaza durmuş. Hay Allah? E tuvalet kuyruğu aynı. Nasıl abdest aldı ki bu kadın? Babaannem namazını bitirip yanıma gelince ‘Plastik bir kavanozdan toprak döktüler bu poşete. Üzerinde Arapça yazılar vardı. Kâbe’den torak getirmişler herhal…’ derken gözlerinin içi gülüyor. O toprakla teyemmüm etmiş. Yanındaki ailenin Türkçe bilen bir ferdi ‘Accık bir toprak olaydı şurada elimin altında. Teyemmüm ederdim…’ dediğini duyup toprak vermiş. Bak diyor başlarında namaz takkeleri. Nasıl da Müslüman evlatları değil mi? Müslümanlar ama Türkçe bilmiyorlar. Bana gülümsemekte olan aileye bakıyorum. Baba-oğul siyahlar giymiş, başlarında kipa, anne-kız başları değişik stilde de olsa örtülü tipik bir Yahudi ailesi. Babaannemin Arapça sandığı harfler İbranice. Ve toprak Yahudi ailenin İtalya’daki büyük büyükanneleri için götürdükleri İsrail toprağı. ‘Gidin toprak getirin yüz süreyim, yetişmezse mezarıma dökersiniz,’ demiş ölüm döşeğindeki kadın.  ‘Bak ne insanlar var şu dünyada. Herkes o otel diye böğüren gavurlar gibi mi? Ne varsa Müslümanlarda var. İnsanlık ölmemiş daha…’ diye de ekliyor babaannem. Olsun diyorum içimden. Torak topraktır. Bu dünyaya ait ne de olsa.

Açlığımızı ve uykusuzluğumuzu en ilkel şartlarda giderdikten sonra havalimanındaki ikinci sabahımızda hâlâ kartonlarda namaz kılmaktan dert yanan babaanneme müjdeyi veriyorum. N’oldu diyor. Bavullarımızı verecekler. O otel isteyen gayurlar vardı ya, bavullar için de protesto yapmışlar. Herkes bavulunu alacak. Sen de namazlığına kavuşacaksın. Bavuluna ve denkine kavuşan babaannem Charles de Gaulle Havalimanı’nda 18 yıl yaşamış olan İranlı Mehran Karimi Nasseri gibi kendine bir köşe yapıyor. Baktım Yahudi aileyle de pek iyi geçiniyorlar. Dil bilmese de güler yüz ve beden dili bütün önyargıları yıkabiliyor sanırım şu hayatta. Ben de artık havalimanının uzak köşelerine gidip halkın nabzını tutmaya fotoğraf çekmeye ve yetkilileri şartları değiştirmek için sıkıştırmaya vakit buluyorum.

Babaannemin yaşam alanına geri döndüğümde gözlerime inanamıyorum. Denkine kavuştuğundan beridir çaldırırız diyerek inat edip açmadığı denkteki altın sırma işlemeli yastık ve onun demesine göre en pahalı atlas satenden diktirdiği altın sarısı yorganı çıkarıp yere döşek etmiş. Üzerinde yorgan sarı sen yorgandan sarısın denebilecek güzellikte bir genç kadın ve kucağında yolpuk yolpuk altın sırması saçlarıyla minnacık bir bebek var. Babaannem kadınla bebeğin başucunda ellerini açmış okuduğu dualardan sonra bebeğin kulağına ismini üflüyor. Ne oldu diye soramadım, kadın oracıkta doğum yapmıştı anlaşılan. Nasıl olmuştu da babaannemin yorganı ve babaannem bu işe karıştı diye sordum etrafımdaki Türklerden birine.

Hamile Rus kadın aniden sancılanıp oturduğu yerde suyu geliverince bağıra çağıra doktor aramışlar. Telsizden haber verilince gelen sağlık ekibi ‘Biz burada müdahale edemeyiz, doğuracaksa alıp revire götürelim,’ diye doğurmakta olan kadını karga tulumba taşımaya kalkmadan evvel babaannem koltuğunun altında yorganla kalabalığı yarmış. Kadını yere serdiği yorgana yatırmış. Etrafa bağırarak erkekleri uzaklaştırmış. Kadınların halay çeker gibi yuvarlak oluşturmalarını sağlayarak onlardan bir paravan yapmış. Zaten bebeğin de sorunsuz doğacağı varmış Allah’tan, hemen doğuvermiş. Göbek bağını da minicik bir İsviçre çakısıyla kesti, diye anlattı adam. Uçağa sokulabilecek kadar minik bir çakıyla nasıl kestin göbek bağını diye sorduğumda, ne var oğul biz eskiden tarlada iki taşın arasında ezerek koparırdık göbek bağını, dedi. Sustum.

Rus çift babaanneme ismini sormuşlar. Havva deyince ‘Eva Eva Eva!’ diye çığlık atmış bütün salondakiler. Sonra da bebeğe ismini vereceklerini anlatmışlar o dilden o dile. Babaannem de bunu öğrenince Rus Ortodoks bebeğe İslamî usullerce dua edip kulağına ismini üflemiş işte. Bundan bin sene evvel İslamiyet’i seçecekken domuz eti ve içki yasak diye Hristiyan Ortodoks’luğa geçen Rus prensi Viladimir düşünsün bana ne. Kızım biz bu gavurları cahil bildik, Kuran bilmez, peygamber bilmez diye öğrettiler bize ama bak. Cahil dediklerimiz, Adem’i de Havva’yı da biliyorlarmış meğer, diyerek ağladı babaannem. ‘Neden bize bunları hep yanlış öğrettiler gözü kör olasıcalar!’ diye de sinirlendi. Yorganla da bir gece uyuyamadın ya babaanne, dedim. Ahretliğini arayıp yorganın başına gelenleri anlatmış. Kadın telefonda mutluluktan ağlamış. Her işte bir hayır vardır Havva, demiş. Kim bilecekti teee oralarda elin Rus kadınının çocuğunu doğuracağını ve senin ona ebelik yapıp kulağına kendi ismini üfleyeceğini! Heyhaaat!

Ertesi sabah babaannem erkenden uyanmış, artık kankaları olan Yahudi ailenin çocuklarıyla fitir fitir bir işler karıştırıyor. Baktım pankart hazırlıyorlar. İngilizce WE NEED DOCTOR yazmışlar ve yanına da kırmızı kalemle uluslararası medikal amblem sayılabilecek kızıl bir haç çizmişler. Babaannem ve gençler ellerinde pankartlarıyla ‘We need hotel’cilerin arasına katılmaya gidiyorlar. İki Yahudi genç, bir Müslüman kadını ve ellerinde Kızılhaç. John Lennon görse şarkısına klip çekiyoruz sanır. Geldiğinde dedi ki babaannem, o çocuk ters gelseydi, doğamasaydı ya da ben orada olmayaydım da o sağlık elemanları kapının ağzına gelmiş yumurta gibi doğmayı bekleyen bebesiyle o kadını çuval gibi oradan oraya taşımaya kalksalardı hali nic’olurdu? Hem gittim bavullarımızı geri alanlara teşekkür ettim hem de onlarla beraber bağırdım. Onlar olmasaydı namazlığıma kavuşamayacaktım.

Twitter’dan bir şeyler yazdığımı görünce sordu ‘Yine kimlere laf atmaktasın ey oğul?’ Sezen Aksu’yu savunmakla meşguldüm o sıra. Böyle böyle dedim. Âdem ve Havva’yla ilgili şarkı sözü yazmış da ondan kızıyorlar, dedim.

Savun kızım, dedi. Şarkıcı da olsa savun, gavur da olsa savun. Yetmez ama savun. Tee bak şu adamlarla kadınlar gibi kara kara renkli olsa da savun, namaz takkesi gibi takke takıp Musa peygambere inansa da savun, hatta abdest bilmeden namaz bilmeden cenabet gezse de savun. Bi de etcinseller varmış. Et mi yemiyorlarmış ne? Hani rengarenk giyiniyorlar ya yahu! Cinselli minselli bir şeyler işte ben anlamam ama onları da savun.  Sen onları savunmazsan sonra senin bir şeye ihtiyacın olduğu zaman savunacak kimse bulamazsın etrafında, dedi.

Hem ilk insan olmaylan, kimse bu dünyaya anasının karnından akılla gelmiyor ya. Onlar da benim gibi görüp geçirmeden bildiklerini okudukları için cahillermiştir elbet, dedi.

Bu yazım Tarama Ucu Dergi’nin Şubat 2022 tarihli 9. sayısında yer almıştır.

Yorum bırakın

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑