AÇ O İNTERNET DENEN ZIKKIMDAN DA İNANMAZSAN BAK

“Cüneyt Arkın’ vefat etti babaanne!”

“Yok kız ölmez o. Bir filmin sonunda ölür. Başka bir filmini aç. Geri canlanır bak. Aç o internet denen zıkkımdan da inanmazsan bak.”

Latif Demirci de vefat etti…

Yok kız ölmez o. Bir karikatürün sonunda ölür. Başka bir karikatürünü aç. Geri canlanır bak.  Aç o internet denen zıkkımdan da inanmazsan bak…

***

Babaannemle Markus’u tanıştırıyorum. “Arkadaşım Almanya’dan buraya bisikletle geldi.”

“Niye parası mı yokmuş? Vah vaaaaah!”

“Babaanne ayıp bak. Adam Türkçe biliyor az çok. Öyle deme. Bisiklete binmeyi seviyor.”

“Hadi oradan zilli! Kimse teee Avrupa’dan öyle yayan gelir gibi tın tın bisiklete binecek kadar sevmez bisiklete binmeyi. Deli mi ne? Bitli turiz işte. Aman uzak tut benden.”

 

Babaannem her zamanki gibi son diyeceğini ilk dedi ve kendi köşesine çekildi. Markus benim üniversiteden arkadaşımın kocası. Babası diplomat olduğu için liseyi ve üniversiteyi İstanbul’da okumuştu. Düğünleri için Münih’e gitmiştim hatta. Ne oldu ne bitti karısıyla ayrıldılar. Karısı olan arkadaşımla iletişimim koptu ama Markus’la ben yıllar içinde iletişimi hiç koparmadık. Bisiklet dereceleri vardır üstelik. Deli gibi bir doğa tutkunudur. Tek başına hayatta kalma ustasıdır.

 

Bisikletindeki ciddi arızaya gelince onun ustası değil. Bu yüzden programının dışına çıkarak İstanbul’da kalma süresini uzatmış.

 

Markus’u karşıladığım akşam babaannem her zamanki gibi sinsi sinsi odama sokulup soruyor: “Çok kalacak mı bu?”

“Bilmiyorum babaanne. Misafire sorulur mu hiç ne kadar kalacaksın diye?”

“Hadi be oradan! Abdestsiz namazsız misafir mi olur!”

“Yahu babaanne bize ne adamın dininden, ırkından! Çok eski arkadaşım o benim!”

“Arkadaşınmış! Boşanmış dedin ya o kadından. Elin kocasıydı, artık değil. Kız bu sana yazmasın bir ara. Kapını kitle de yat. N’olur n’olmaz!”

“Tövbe tövbeee! Ya babaanne vallahi için fesat senin.”

“Bisikleti nerede hem? Ne malum bisikletle geldiği? Belki sana öyle dedi. Şimdi de parası bitti yol parası isteyecek…”

“Ya adamın bisikleti tamircide. O yüzden bizde konaklıyor. Yoksa devam edecekti yoluna. O da istemiyor böyle kocaman karman çorman bir şehirde kalmak.”

“Hah! Sevmiyormuş! İstanbul’u kim sevmez? Bütün dünyanın gözü burada kız!”

“Dere tepe demeden çadır kurmayı seviyor adam. Ama n’apsın işte, bisikletini tamirciye beraber bıraktık.”

“Çadır madır deyince öteki türlü kurmasın çadırı kız bu!?”

“Sus babaanne sus! Ay ne kötü fikirlisin ya! Allah aşkına herkesi kendin gibi fesat belleme! Yuh ya! Seksen yaşında kadın çadır kurmak dedi ya!”

 

Markus aslında bir geceliğine gelmişti. Sonra bisikletin parçası elimizde yok, Almanya’dan gelecek dediler. Bisiklet deyip geçmeyin ha, araba gibi pahalı bir namert.  Mecburen bekleyecekti.

 

Bekleyeceğini öğrendiği akşam bana dedi ki “Türklerin misafirperverliğini biliyorum Tuğba. Seninkini ayrıca biliyorum. Ama malum ülke ve dünya şartları sofraya bir tabak daha koymayı her geçen gün zorlaştırıyor. O yüzden beni Airbnb şartlarında kabul edersen kalacağım. Yük olmak istemem sana da babaannene de.”

Ben “Ne demek Airbnb şartları, manyak mısın sen?” desem de ebeveyn banyolu odayı ona verdiğimiz için günün şartlarına uygun avroyu masanın üzerine bırakıyor Markus.

***

Ertesi gün eve geldiğimde, mutfakta sarımsak kokuları bir yanda, fokur fokur kaynayan mantı tenceresi bir yanda. Babaannem pür telaş sofra hazırlıyor.

“Hayırdır kız babaanne, sen mantı yapmazdın nicedir belim ağrıyor diye?”

Burnunun ucundaki yakın gözlüğünün üzerinden bana dik dik bakıyor.

“Hortlayasıca deden hiç sevmezdi ki! Hem bir güne bir gün para mı verdi bana? Bahşiş mi verdi? Aç-kapat-diz-kaynat kolay mı kızım bu mantı işi, kolay mı ha? Hep el emeği göz nuru hep para!”

Ne der ki bu babaannem, diye düşünerek laptop’ından  Almanya’daki kızıyla görüntülü konuşan Markus’un yanına gidiyorum. Bizim evde internet yok. Babaannem akıllı telefonu akılsız olarak kullanıyor. Ben de evdeyken telefonumdaki internetle yetiniyorum.

 

“Markus,” diyorum, “Harcama internetini gel bir kafeye gidelim kızınla orada görüş rahat rahat.”

“Yooo diyor. Harcamıyorum ki. Babaannen bana wi-fi şifresi verdi.”

“Nasıl yani? Benim? Babaannem? Sana? İnternet? Şif….?”

 

“Babaanneeeeeeeeee!” diye bağırarak mutfağa koşuyorum. Ömrümde bana böyle mantı tabağı hazırlamamıştır. Mantı, üzerine sakız gibi yoğurt, üzerine miss gibi tereyağlı sos. En üstüne de üç parça taze nane yaprağı koymuş. Tabağa bakıp gururlanmasından sanırsın 3 Michelin yıldızlı şef kendisi.

 

Elime bir kaşık alıp “Olan biteni hemen anlatmazsan kaşığımı daldırıp sanat eserini bozarım vallahi de billahi de!” diyorum. Ama gülüyorum da bir yandan. Cebinden 10 avro çıkarıp gösteriyor.

 

“Neeeeeeeee! Markus’tan yemek için para mı talep ediyorsun?”

“Dur kız sus. Oğlanı huysukturucan. Türkçe biliyormuş niye demedin bana?”

“Ama babaanne misafir O. Zaten kalmak için para veriyor, utandırıyor beni.”

“Eeeee yemeğe niye vermesin? Benim mantımdan daha iyisini mi bulacak şaşkın? Anlattı bana hep ütülmüş pis lokantalarda. Türkiş kebap nefis diyen tutmuş kolundan sokmuş bunu içeri. Yüzü de yumuşak garibimin. Hayır diyememiş. Mantı sordu, su böreği sordu, yaprak sarması sordu, baklava sordu. Hepsini biliyor. Komşu karıları organize ettim. Boş boş dizi izleyeceklerine hepsi birer tanesini pişiriyor bu akşam. Ben satacam onlara da parasını verecem. Komisyon alıcam tabii.”

“Hey Allahım ya! Peki ya internet?”

“Üst komşu şifresini verdi. O da komisyonunu alacak tabii ki.”

 

Bir de baktım A4 kâğıda yatay basılmış bir menü var mutfakta. Mahalleli çocuklara yaptırmış gündüz babaannem. Çorba, mantı, yaprak sarması her şeyin bir fiyatı var. Su, çay ve kolanın bile!

 

Sofrada Markus’u mantıyı yerken seyrediyorum. Mutluluktan uçuyor. Alan razı satan razı. Babaannem haklı. Gidip dışarıda ne idüğü belirsiz yemeklere daha fazla ödeyecek. Ama nerde kaldı bizim misafirperverliğimiz?

 

Enflasyon canavarı onu yuttu sanırım.

 

***

“Yemin ederim siyasal İslamcılar gibisin babaanne! Daha iki gün önce çok kalacak mı bu dediğin, beni taciz etmesinden korktuğun adamın cebindeki avroları görünce tacizi macizi unuttun. Avroları baş tacı ettin. Çok ayıp değil mi bu yaptığın? İnan bilse üzülür ilk geldiği zaman dediklerini. Sakın duymasın bak.”

“Yok yok korkulacak bir şey yok. O kadından boşanma sebebini öğrendim ben. Adamcağız taraf değiştirmiş. Sana bana zarar gelmez ondan gayrı.”

“Nasıl ya?”

“Ay basbayağı işte. Kapalı kapılar ardındaki zevkler ve renkler tartışılmaz dersin ya sen. Öte tarafa geçmiş. Şu gökkuşağı giyinip yürüyenlerden olmuş işte anlasana be!”

“Markus gay mi olmuş?”

“Hah işte ondan!”

“İyi de nasıl öğrendin bunu sen?”

“E sorduuuuuuuuuuuum!”

 

Babaannemin ecnebi arkadaşımın cinsel tercihini öğrenmek için babaannemin hangi soruları nasıl sorduğunu hiç öğrenmedim. Kendince yöntemleri vardı bu deli karının.

 

Markus’a gelince İstanbul’un merkezi bir yerinde herhangi bir otelden ucuza kaldı bizde ve hayatında yiyebileceği en lezzetli Türk yemeklerini yedi. Bir hafta sonra bisikletinin parçası gelip tamir edildiğinde neredeyse üzülerek ayrıldı bizden.

“Çok bilgili çocuk maşallah,” dedi babaannem Markus’u yolcu ettikten sonra. Bizim padişahları neyin hep sayıyor. Teeeee Bakü’ye gidecekmiş buradan çıkıp. 6 ayda turlayıp dönecek Almanya’ya.

 

Sonra kulağıma fısıldadı:

“Seneye bir karavan alırsa Afrika’ya gidecekmiş. Bana yolda eşlik edecek bir aşçı ve yol arkadaşı lazım. Sende gelir misin dedi bana!”

 

Markus ve babaannemi karavanda çılgın Afrika savanlarında hayal ettim. Keşke dünyaya yirmi sene daha geç gelseydi bu kadın diye düşündüm.

 

***

Bir ay sonra kapımızın önünde gerçekten bir karavan belirdi. Bildiğim kadarıyla Markus Batum sınır kapısından yeni çıkmıştı. Peki bu siyah karavan neyin nesiydi?

 

Bir koşu yukarı eve çıktım. Babaannemin işbirlikçi mahalle bebeleri ve altmış yaşlarında, dinç, pembe saçlı, uzun siyah botlu, kulağı onlarca küpeli, burnu piercinfg’li sapasağlam punk’çı bir adam bizim salonda karşılıklı oturuyorlar.

 

“Babaanne n’aptın sen?” diyebildim.

“Amaaaan n’apıcam be! Telefonuma Eyirbenebe denen zıkkımı indirttim bu haytalara. Orada ev sahibi oldum. Evin banyolu odasını kiraya verdim. Şu arkamda sırıtan piçlerin oyunu bu bana. Gitmiş bu adamı bulmuşlar. Bir de yanındaki şu mekruh şeyi. Gözünü seveyim anlat adama! Babaannem namaz kılıyor, olmaz bu evde de!”

 

Babaanneme Airbnb yükleyip ‘host’ yapan ama sırıtmalarından anladığım kadarıyla ‘evcil hayvan kabul edilir’ butonuna ‘OK’ diyen çocuklarla punk’çı adamı aynı salonda bırakıp kapıyı çarpıp çıktım. Madem başına bu işi açmıştı babaannem, üstesinden gelmesi gerekiyordu. Zira punk’çı adamın bilek kalınlığında zincir, kemer kalınlığında tasma ve ağızlıkla zapt ettiği pırıl pırıl siyah renkli kocaman erkek Labrador Retriever cinsi köpek, babaannemin mantısına 10 avro verebilecek kadar iyi niyetli görünmüyordu.

 

Bu yazım Tarama Ucu Dergi’nin Temmuz 2022 tarihli 14. sayısında yer almıştır.

 

 

 

 

 

Yorum bırakın

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑