
Dizinin ismi “Earth Abides”, “dünya dayanır”, “dünya kalır” veya “dünya devam eder” diye Tükçeye çevrilebilir. Bu İngilicede fiil olan ‘abide’ kelimesinin Türkçedeki ‘anıt’ kelimesinin eş anlamlısıyla tıpatıp aynı yazılması da ilginç bir tesadüf olsa gerek. Dizi, George R. Stewart’ın 1949’da yazdığı aynı adlı romanından uyarlanmış. Bilim-kurgu yazarlarının klasik sağduyusuyla, yazarın 2019’da başlayıp üç yıl boyuna dünyamızı kasıp kavuran pandemiyi öngördüğünü söylemek mümkün.
Hikâye bizim yaşadığımızdan daha korkunç sonuçları olan bir pandemi ile başlıyor. Fakat biz pandemi kısmını göremiyoruz. Protagonistimiz olan jeolojist, doğada araştırma yaparken yılan sokması nedeniyle dağdaki kulübesine zar zor ulaşıyor. Burada haftalarca şuursuz yatarak ölüm-kalım mücadelesi veriyor. Sonunda kazanan zehir değil kendi bedeni oluyor ama iyileşip şehre indiği zaman kendisinden başka herkesin pandemiye neden olan virüs yüzünden öldüğü gerçeğiyle karşılaşıyor.

Dizinin künyesi: Earth Abides
Başroller: Alexander Ludwig, Jessica Frances Dukes
Yayınlandığı tarih: 2024, 1 sezon, 6 bölüm
Yazarlar: Geroge R. Stewart (roman yazarı)
Senaryo: Todd Komarnicki
Yönetmen: Stephen S. Campanelli (ve iki yönetmen daha)
Yayınlandığı platform: MGM+
IMDb puanı: 6,2 (3.5K)
Bundan sonrasını zaten anlatmama gerek yok. Sadece şöyle açıklayayım: Hikâyede aşk var. Ölüm var. Doğum var. Kardeşlik var. Hayatta kalmak var. Mücadele var. Sabır var. Sevgi var. Çocuklar, arkadaşlar, sevgililer, düşmanlar, susuzluk, korku, acı, dehşet var.
Dünya devam ediyor, insanoğlunun olmadığı yerde ağaçlar binaları kaplayıp, hayvanlar sürüler halinde gezip, araçlar paslanıp çürürken doğa kendini sürekli yeniliyor. Üstelik coşarak yeniliyor, sürekli çoğalarak yepyeni hayatlara sahne oluyor ve yer açıyor. Buna paralel olarak insan ırkı doğanın zorlukları karşısında hayatta kalmaya çabalıyor. En büyük hayatta kalma içgüdüsü olarak bir araya gelip çoğalmayı deniyor.
Altı bölümlük bu dizide, ünlü oyuncular oynamıyor. Ama bu dizi için kötü bir eleştiri değil. Oyuncuların ünlü olmaması sayesinde gerçek olaylar seyrediliyormuş havası yaratıyor. Ayrıca insanların kafalarının arka planında gizli gizli yaşattıkları ırkçılık, kendini başkalarından üstün görme veya başkalarını kendinden aşağı görme duygularının da ölçülüp biçilmesine sebep oluyor. Tabii bütün bunları ölçüp biçme yeteneği olanlar için. Yoksa önyargılarından mutlu, hatta önyargılarının önyargı olduğunu bile bilmeden, başka bir fikre ve aykırı bir sese asla tahammül etmeden yaşayanlar için böyle bir ölçüp biçme söz konusu olamaz.
Kitap kapağının sağ alt köşesinde Amerikalı yazar Justin Cronin’e ait bir cümle var: “Modern apokalips romanlarının atası. Görkemli, gözlemci ve muhteşem bir şekilde yazılmış.” Cronin bir üçleme romana imza atmış. “The Passage” üçlemesi diye anılan “The Passage-The Twelve-The City of Mirrors”‘ın ilki romanı da aynı adla 10 bölümlük bir dizi haline getirilmiş.
Son söz olarak başroldeki jeolojistin dizinin son bölümünde çocuklara ders verirlen yaptığı konuşma beni ağlatmaya yetti.
Size de iyi seyirler dilerim.

Yorum bırakın