Allah kahretsin ki yine eve geç kalmıştı! Şimdi yine ölümlerden ölüm beğenecek, yediği içtiği burnundan gelecekti. Akşam akşam ne kendi kalacaktı küfredilmedik, ne okulu ne de arkadaşları. Yok efendim gecenin onunda bir genç erkeğin dışarıda ne işi olurmuş, elalemin oğulları erkenden eve gelip babasının etrafında fıldır fıldır dönüyormuş, o üniversiteli olmakla havaya girmişmiş, keşke onun yerine on sekiz tane daha kızı olaymış, işin yoksa dinle dur.
Neden bir erkek o saatte dışarıda olmasındı? Kaldırımlarda sekizden sonra sadece kadınlar yürüyecek diye bir kural mı vardı? Yazılı olmasa da işlevsel olarak evet. Çünkü onlar arkandan gelirler, onda dokuzunu kapladıkları kaldırımın onda birini bile sana çok görüp ta dibinden yürürler, arabalardan laf atıp gece dışarıda uçan erkek sineğe bile sarkarlardı.
Ablası da onlardan biri değil miydi sanki? Neredeyse her gece bir erkek arkadaşının evindeydi. Parası olduğu sürece yüzünü gören cennetlik, ay başında da annesinden harçlığı aldı mı, toplayıp erkekleri ya diskoya ya bara. Peki kendi? Bir cumartesi bir kız arkadaşıyla çıkana kadar bin bir telaş bin bir yalvarış, yakarış: Odasını toplar, eve erken gelir, fazla telefonla konuşmaz, kız arkadaşlarına aman beni aramayın, anam kız adı duyunca huylanıyor, der, ama ne çare. Babasına sorsa ‘Yarın gündüz birkaç arkadaşla sinemaya gidebilir miyiz?’ diye, ‘Ben bilmem annen bilir’ der. Annesi suratına bile bakmadan ‘Ne işin varmış erkek başına sinemalarda? Şu karşıdaki dul herifin oğluna mı özeniyorsun? Tabii onun başında ana yok, babası da kim bilir hangi kadınlarla fink atıyor, babasına bak oğlunu al hesabı. Sen otur oturduğun yerde bakıyım. Erkek kısmı eksik paçadır çabuk kanar, vs, vs, vs,…’
‘İyi de erkek arkadaşlar da gelecek, yalnızca kızlar olmayacak’, istekler, n’olurlar, lütfenler nafile. Sonuç: ‘Otur evde babana yardım et, senin yerine bütün işleri ablan yaptı hep’le biten bir cümle ve o hafta da evde oturuş.
Yoo bu sefer öyle olmayacaktı. Eve geç kalmış olabilirdi ama yeterdi hep bağırıp çağırdığı annesinin. Erkek çocuk olmak onun seçimi değildi ama seçme şansı olsa yine erkek olurdu. Çünkü ablası gibi bir kız doğmanın verdiği gururla annesinin kucağında elde etmemişti tüm haklarını. Orta sondan başlayarak lise bir, iki ve lise sonda sinemaya gidilebildiğini, erkekler kadar kızlarla da arkadaş olunabileceğini, bazen cumartesi günleri arkadaşlarla bir yerlere gidilebileceğini ve tüm kadınların onu yemek için sırada bekleşmediğini kabullendirmişti ailesine. Yine kendi çabalarıyla saçını istediği şekle sokmayı ve annesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen dar kesim kot pantolon giymeyi başarmıştı.
İşte bu akşam da evden içeri girdiğinde tüm söylenenleri kulak ardı edecek, cevap olarak da ‘Canım dolaşmak istedi, dolaştım. Bundan sonra böyle işinize gelirse!’ diyecekti. Bu büyük bir blöftü. Bununla birlikte ‘İşimize gelmiyor beyefendi madem öyle kapı arkanda’yı bile göze alıyordu. Çünkü artık yeterdi.
Yanında duran arabanın balata sesiyle sıyrıldı planlarından. Sağ ön kapının camı otomatik olarak indi ve ‘Gideceğiniz yere kadar bırakayım sizi küçük bey’ dedi derin bir kadın sesi. Ne olabilirdi ki? Hem geç kalmıştı, beş dakika erken gitse kâr kârdı.
‘Tabii ama yolunuzun üzerindeyse’ cümlesinin ne kadarını söyledi bilemiyordu ki, ‘Önemli değil canım, acelem yok zaten’ diye gürledi ses.
Bindi. Ana yoldan gitmelerini söyledi. Bir dakika içinde iki kere saatine baktı. Evine götürecek yol ayrımına geldiklerinde ‘Düz devam edin lütfen’ dedi, çünkü yirmi yıldır saptığı eve giden sokaktan artık bıkmıştı.