Kız kardeşim olsaydı herhalde ancak bu kadar sevebilirdim dediğim ikinci insan, Nurgül, Kurucaşile’de evlenecekti. Kalkar gideriz dedim. Düğün bu gidilmez mi? Amasra buradan şurası, Kurucaşile de Amasra’dan sonra olsa olsa ne kadardır? Sanki Google Maps ile entegre beynim var. İnsan gideceği yola haritadan bir kere bile bakmaz mı?
Bir pazar öğleden sonrası Ankara’dan yola çıktım, Eflani’ye evden kız çıkmasına yetiştim. Evlerinin önüne vardığımda erkekler kalabalıkça çevirmişlerdi evi. Kız babasıyla selamlaşıp yukarı kata çıktım. Nurgül’e sarıldım. Gelinliğiyle başladı ağlamaya. Ben de dayanamadım. Hele ağabeyi beline kırmızı kuşağını takarken ikisi de ağlamaya başlayınca etraftaki kadınları tutabilene aşk olsun! Fakat ne demişler: ‘Hem ağlarım hem giderim!’
Erkek tarafı kızı alıp yola koyulunca biz de düştük peşlerine. Amasra’ya vardık. “Tamam,” dedim, “geldik gibi bir şey herhalde”. Yol birden bozuldu çakıllandı virajlandı. Ben bu virajları bir yerden tanıyorum. Anamur’a giderken Torosları aşmak için tırmanırız bunları biz. Tabii ya, Karadeniz’in Akdeniz’den nesi eksik?
‘KÜRE DAĞLARI MİLLİ PARKI’ tabelası duruma açıklık getiriyor. “Yaşasın bu çıkışın bir de inişi var,” diyorum arabadakilere. Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik artık varmalıyız dediğim bir anda karşımıza çıkan bir başka tabela sıcaktan erimiş asfalttan kaymayalım diye kum dökülmüş bir yolda oldukça direnç kırıcı: ‘KURUCAŞİLE 25.’
Yorulmuşum. Geri dönsem dönemem, bu virajlardan 25 kilometre daha gideceğim. Başka çare var mı?
Yol kenarı bir bakkalda su ve cips molası veriyoruz. Gölgede oturanlardan birinin ayağı çok parçalı kırık. Biçerdöver demiri gibi demir var bacağının dizden alt kısmında. “Birader hayırdır geçmiş olsun,” diyorum. “Trafik kazası,” diyor. “Bu yollarda mı?” diyorum. “Hayır, Konya’da” diyor.
Doğrudur. Konya’nın o ip gibi uzayıp giden yollarında belki aşırı hızdan belki şoförün monotonluktan dikkatinin dağılmasından Torosların virajlarından daha çok kaza olur demişlerdi zamanında. Her ne sebeple her nerede olursa olsun her kimin başına gelirse gelsin keşke olmasa dedirtecek fecilikte bir olay. Düştüğü yeri yakan ateşlerden bir kor da bize sıçrıyor.
Eyvallah edip yola devam ediyoruz. Ne derler; düğünde oynanır ölüde ağlanırmış. Oynanacak düğünümüz var. Kız evi olarak ne kadar kalabalık gitsek o kadar iyi. Ne de olsa erkek evi deplasmanda ağırlıyor bizi.
Kurucaşile’ye ayak bastığımızda saat yedi civarı. Caddeye Eflanililer dağılmışlar. Düğün sekizde. Eve buyur ediliyoruz. Düğün yemeği, evdekilerle hoş beş derken neredeymiş bu Kurucaşile’nin sahili deyip deniz kenarında alıyoruz soluğu.
Orada bizi güler yüzlü bir günbatımı karşılıyor. Yorgunluğum mu? Uçtu gitti. Tabelada Eflani kadar nüfusu var Kurucaşile’nin. Ama denizi… Su ne kadar değiştiriyor bir şehri, iklimini, insanlarını… Günbatımı ile kol kola girmiş dans ediyor deniz o anda. Sadece bakmak bile ayrı bir keyif.
Öyle bir günbatımı ki ‘artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ klişesi hayat bulacak bu günbatımından sonra. Tabiat ana, bir ana rahmini daha nadastan çözüp üretkenliğe programlarken; bir genç kızın daha çocukluk hayalleri yerini çocuk hayallerine bırakacak.
Evi barkı, tası tarağı, kabı kacağı, kapısı bacası, yolu izi, eşi dostu, anası babası, bacısı kardeşi, terliği pabucu ve hatta yatağı ve yorganı eskisi gibi olmayacak bu gün batımından sonra. Hepsinden öte, bir ‘koca’sı olacak bu gün batımından sonra, daha önce sahip olmadığı. Arkadaş olmayı deneyecek, ı-ıh olmayacak. Abim gibi mi acaba diyecek, o da tutmayacak. Babam gibi mi davransam acaba diyecek, onu da beceremeyecek. Sonra şanslı ise sevecek. Sevgili olmayı öğrenecek. Ve gün gelecek hepsiymiş gibi davranacak. Dengeyi tutturduğu gün geriye dönüp bir bakacak, bir kızı olmuş boyunca, meğer o da evleniyormuş bir gün batımında.
Bunları kulağımıza fısıldadıktan sonra veda ediyor bizlere bizi karşılayan güler yüzlü günbatımı. “Oynanacak düğünümüz var dediniz geldiniz, haydi herkes yoluna” diyor, bizden ayrılır denizle bütünleşirken güneş. Her sabah hangi hanelerin üzerine daha parlak doğacağını bir o biliyor.
Evet, artık düğün dernek vakti. Onlar ermiş muradına, fotoğrafçı gel, kız evini ayrı çek. Davul, zurna ve deklanşör hiç durmasın bu gece. Aradan sesleniyor biri: Yazı icat edildi resme ne gerek var? Fakat hangi kelimeler anlatabilir bu gün batımını bir resim kadar?