Yıllarca sürmüş bir şehir uykusundan uyanmak gibiydi Ankara’dan ayrılmak. Kafamı kum yerine direkt asfalta gömmek gibi. Otobanın tabelalarını gördüğümde ‘köyün en son çitine’ gidemeyen Ünzile idim; ama ondan daha kararlı ve yaşça biraz daha büyük.
Yolda giderken sonbaharın göz hafızama sunduğu renk cümbüşünü tekrar görebilmek için bir sene beklemem gerekecekti. Sırf bunun için bile bir sene daha yaşamaya değer.
Sonra kış geldi: Yalnızlığın şiirden çıkıp bitki örtüsüne bürünmüş hali. Çünkü soğuk. Soğuk insana yalnızlığını hatırlatır. Hatta ayazın yüzüne vuran iğnecikleri kalbine de saplanır ara ara.
Büyük şehrin kalabalık yalnızlığından, küçük bir kasabada yalnızlardan oluşan bir kalabalığa daldım. Ankara’da çirkin ördek yavrusuydum; Eflâni’de serpildim, büyüdüm, kuğu oldum.
Karabük ilinin bile telaffuzundan sonra, “Nereye bağlı orası” sorusuyla karşılaşıyorken, tabelada 2.500 nüfusa sahip ilçesi olan Eflâni bana Ankara’da bunca sene yaşayıp da geri plana attığım insanlığımı geri verdi.
Her neredeydim? Aklımın herhangi bir ‘ada’sında kaybolmadan önce kara kutumu yetkililere teslim etmek istiyordum. Kara kaplı bir defterle geldiğimde karla kaplıydı Eflâni’nin ana caddesi.
Yorumsuz yorgunluklar, yarınsız yarımlıklar içinden koptum geldim.
Günahlarımdan kopmadan eteklerim zil çalarak geldim. Sevdiklerimi getirdim sevmediklerim peşimden geldi. Bir şey diyemedim. Birey olmak için geldim, bir yer bulmak için geldim.
Yollarla ilgili şarkılar tek tek aklıma düşmeye başladı. ‘Yollarda bulurum seni’ diyordu Haluk Levent; bulmak aramayla ilişkili bir şeydi. Yolda ne aranan oldu ne de bulunan.
‘Yine düştük yollara’ dedi Bulutsuzluk Özlemi; düştük evet ama kalkmasını da bildik.
‘Yollar benim umudumdur yolları kapatmayın, yağmayın yollarıma durun kar taneleri’ dedi Nilüfer. Bu daha çok karayollarının işiydi, ben yollara düşeli kar kapatsa da yolları, direndik, yıkılmadık ayaktayız.
‘Evreşe yolları dar’ dedi Bedia Akartürk; rahmetli dayım vardı gidip görmüş “hakikaten dardır Evreşe’nin yolları” demişti.
‘Uzun ince bir yoldayım’ dedi Âşık Veysel usta; yollar uzundu, inceydi bitmek bilmiyordu. Bitse bile her yol bir diğerine bağlanıp uzayıp gidiyordu.
‘Bu yol nereye gider’ dedi Yılmaz Erdoğan; yol bir yere gitmedi çünkü giden yollarda gitmeyen hep aynı yerde kaldı.
‘Dün akşam yine benim yollarıma bakmışsın’ dedi Bülent Ersoy; gelmeyince üzülen perdeyi kapatan çıkmadı.
‘Sana sevdanın yolları bana kurşunlar’ dedi Kayahan; sevda kurşunlandı sana da bana da kalmadı.
‘Yol arkadaşım nerdesin?’ dedi Sezen Aksu; bizi birer birer yolda bırakanlara ithafen.
Yoldan çıkmadık, yolda kalmadık, yola devam ediyoruz.
Yazmakla bitecek gibi değil. En iyisi dünden yola çıkmak.
[Olympos.com.tr deki Tuğba Turan/Ayna köşesinin açılış yazısıdır.]