Çuvaldızı kendimize batırdık, bilmem üstüne alınan oldu mu? Film eleştirisi deyince şimdi de iğneyi başkasına batırmanın zamanı diye düşünüyorum. Filmimiz Türkiye’de vizyona girdiği ismi ile ‘Harry Potter ve Ölüm Yadigârları’, orijinal ismi ile ‘Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 1’.
Öncelikle bu bir roman uyarlaması olduğu için romanı ve yazarını filmden ayrı tutmak mümkün değil. J.K. Rowling hanımefendinin kısa özgeçmişine değinmek lazım. Hanımefendi dediğim için bazılarınızın şaşkınlıkla sayfaya bakakaldığını görüyorum, çünkü isminin baş harflerinin açıkça yazılmaması bir gizem oluşturduğu gibi daha çok bir erkek yazar hissi uyandırıyor okurda.
İsminin kitaplarında ‘J.K. Rowling’ olarak kullanılmasının sebebi, ilk kitabın yayımcısı Blommsbury’in korkusudur. Blommsbury; genç erkeklerin, kitabın yazarının kadın olduğunu öğrendiklerinde, kitabı okumak istememelerinden korktuğu için, yazarın ismini erkek ismine benzeterek ‘J.K. Rowling’ şeklinde kullandı. Buradan sonrasını Vikipedi’den dinleyelim:
“Rowling’in aklında büyücülük okulunda okuyan bir çocuğun hikâyesi vardı. Rowling, 4 saat rötarlı bir Manchester-Londra tren yolculuğu sırasında bu hikâye üzerinde yoğunlaştı ve yolculuk sonunda Harry Potter ve Felsefe Taşı kitabının temel hikâyesi ve karakterleri aklının bir köşesinde duruyordu.Rowling, öğle aralarında hikâyeyi kağıda dökmeye başladı.
1993 yılında ilk çocuğunu dünyaya getirdikten sonran eşinden ayrılan ve tek geçim kaynağı işsizlik maaşı olan Rowling, ilk kitabını burada şimdi bir Çin lokantası olan Nicolson’s Café’de tamamladı.
Rowling aynı zamanda Edinburgh Üniversitesi’nde bir yıllık bir yüksek lisans diploması için okudu ve 1996 yılında buradan mezun oldu.
Rowling’in Harry Potter serisi tüm dünyada 400 milyon kopya satarak hem kitabı hem de yazarını büyük bir üne kavuşturdu. Eser, çocukların gözünden alabildiğine engin bir hayal dünyasına seslendiğinden son derece büyük bir ilgiyle okundu ve bir anda çok satan kitapların en başına yükseldi.
Doğal olarak yazar Rowling’ de kitaptan edindiği 1 milyar doları aşan servetiyle bir kitap yazarak dolar milyarderliğine çıkan ilk kişi oldu ve Rowling aynı zamanda İngiltere’nin en zengin kadını ünvanını elde etti.”
Göz kamaştırıcı bir hikaye değil mi? Müthiş bir hayal gücünün dilbilgisi ile birleşmesi sonucu çocuk kitabı olmaktan çıkıp film sektörü için mükemmel bir ekmek kapısı aralıyor Harry Potter’lar.
Serinin hiçbir kitabını okumadığım için yazarı yazdıklarıyla ilgili olarak eleştiremem. Ama son filmi daha doğrusu sondan bir önceki filmi seyrettiğim zaman, tabiri caizse artık temcit pilavı şeklinde önümüze sunulan Harry’lerin kabak tadı verdiğini yazmam gerektiğini düşündüm. Çünkü hikayenin sonunu anlatan kitabı film yaparken yapımcıların aklına müthiş(!) bir fikir gelmiş: Biraz bizi, daha çok heyecanlanalım diye, çokça da kendilerini düşünerek, daha çok kazanalım diye, kitabın son filmini iki bölüm halinde çekmeye karar vermişler! Filmin bence koptuğu an da bu!
Rowling’in aklında hikayeye ilk başlarken 7 tane roman yazmak var mıydı bilmiyorum. Acaba ilk kitap “Dünyanın En Hızlı Satan Kitabı” ve “Dünyanın En Çok Satılan Çocuk Romanı” unvanlarını kazandıktan sonra ellerini ovuşturan ve gözleri dolar işaretleri gibi bakan yapımcılar yazara ‘Haydi gel bizimle ol, oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki filmimize’ şarkısını mı söylediler diye merak ediyorum.
İlk filme duyulan heyecandan sonra diğerlerine, bu sefer ne şirinlikler yapacaklar, büyücülük okulunda ne gibi maskaralıklar olacak, çocuklar ne gibi komiklikler ya da korkular yaşayacaklar acaba heyecanıyla gittik. Ama bunlardan ilk filmki gibi tat alamadan çıkmamız normal. Çünkü bir hikayeyi, hikaye kendi gidebildiği yere kadar gittiği için değil de, seyirciler istiyor diye yazarı kandıran yapımcıların para hırsı ile olmadık yerlere uzatırsanız, hikaye ‘gecekondu dizi’ ye dönüyor.
‘Gecekondu dizi’ benim Türk dizilerine kendi verdiğim bir tanım. Normalde 13 bölüm çekilmesi planlanan ama rating almaya devam ediyor ve birileri para kazanmaya devam edecek diye hikâyeye olmadık insanlar, olmadık ilişkiler katılması sonucu doğan diziler. Tıpkı varoş mahallelerdeki gecekondularda yaşayan insanların oğlunu evlendirdikten sonra giderek kalabalıklaşan evlerine biz göz oda, sonra memleketten gelen kaynı için bir göz oda daha, sonra kocasından kaçıp gelen kızı için bir göz oda daha ekledikleri biçimsiz, şekilsiz evlerine benziyor. Nerde başladığı nerde bittiği belli olmayan hikayeler, onun karısı iken bunla evlenen ölüp diziden ayrıldıktan sonra yok aslında yurt dışına kaçtı diye dönen, birini severken diğerinden hamile kalan ama o adamın çocuğunu doğuramayacağı için intihar ederken_ Of ben yazmaktan sıkıldım, bırakayım gecekondu dizi yazarları uğraşsın!
J.K. Rowling’in ilk kitabını yayımlamasının üzerinden 13 yıl geçmiş. İlk filmin gösterime girmesinin üzerinden ise 9 yıl. Son kitabı ikiye bölerek film yaptıkları için 2011 de gösterime girecek en son film ile 10 yıllık bir Harry Potter maratonu sona erecek. 2001’de doğan çocuklar bugün Harry’nin filmlerini izleyecek yaşa geldiler.
Aradan bu kadar yıl geçip de yazar seriyi zamana orantılı olarak büyüyen başrol oyuncularına göre tamamlayınca; son bölümde 17 yaşında kocaman “çocuk”ları seyrediyoruz maalesef. Diğer gençlik dizilerinde sevgililerinden, mezuniyet balosundan, erkek arkadaşı ile tatile çıkmaktan bahseden kendi deyimleriyle ‘teenage’ bizim deyimimizle bluğ çağındaki delikanlı kızlar erkekler, bir sopanın ucundan çıkacak güce sığınmış şaşkın şaşkın bakınarak rol yapıyorlar filmde.
Filmin başında bu çocuklara yönelik bir kitaptan uyarlama mı yoksa ‘Testere’ filminden kaçmış bir sahne mi dediğiniz bir cinayet işleniyor. Filmin devamında üç genç manzarası sadece görüntü yönetmenine teşekkür etmemizi sağlayacak muhteşemlikte ortamlarda güya korkusuzca ama korkarak çadır kuruyorlar ve bir şeyler arıyorlar. Yazar ve senaristler artık hormonları büyücülük için değil de karşı cins için hop hop etmeye başlamış olan gençlere tam olarak ne yaptıracaklarına bir türlü karar verememişler. Filmi izleyebilecek çocuklara gençlere kötü örnek olmasın diye bir hayal gücü sahnesi hariç hiçbir cinsellik ögesi yok. İngilizlerin de yapımında ortak olduğu filmin bu meseleyi İngiltere’deki çocuk yaşta anneleri dikkate alarak ele aldığını düşündürtüyor gerçekten uzak gençlik davranışları. Çünkü cinayet sahnesini izleyebileceklerini kanaat getirdikleri çocuk izleyicilere, şöyle normal bir iki genç arasında kıvılcımlanan romanrizm sahnesi seyrettirmekten imtina etmişler.
Oysa Harmoine’nin Harry ve Ronald arasındaki manyetik alanda birinin çekim gücüne kapılmamak için nasıl çaba sarf ettiğini izleyici ayan beyan görüyor. İlle de anne-baba filmlerinde olduğu gibi (tam da)mahrem yerlerinin beyaz çarşaflarla örtülü olarak uyandıkları kocaman bir yatak sahnesi ile belirtilmez ki iki insan arasındaki çekim. Çadırda kaldıkları gecelerden birinin sabahında sönmeye yüz tutmuş bir ateşin kıyısında gençlerden birinin omzunda kıvrılarak uyuyan genç kız tiplemesi tercihinin kimden yana olduğunu ve birbirinden hoşlanan bir erkek ve bir kızın birbirine dokunmasının tabu olmadığı imajını çok da hoş verebilirdi çocuklara.
Her şeyin dozu önemli. İlaç, dozu ayarlanmadığı zaman zehirdir demişti bir hocamız zamanında. Ama biz insanlar çoğu şeyin dozunu ayarlamayı bilemeyiz. Bir kitap yazarız, 10 senedir aynı çocukları onun filminde oynatırız. Az önce IMDb’den filmin serisine bakarken ilk filmin afişinde gözlüklerinin altından cin gibi bakan sevimli çocuğun neden her filmde giderek büyüyerek ve beceriksiz bir ergene dönüşerek rol almasına izin verdiler diye düşünmeden edemedim. Aynı hisse sondan bir önceki film olan ‘Ölüm Yadigârları’nı seyrederken de defalarca kapıldım. Keşke Bond serileri gibi her filmde, her filme yakışır, belki birbirine benzer ama birbirinden farklı yetenekleri olan çocuklar oynasaydı. Tabii bu baştan planlanmalıydı, roman giderek büyüyen çocukların hikayesini anlatırken film aksini yapamazdı. Yine de keşke demekten kendimi hiç alamayacağım bir durum bu.
Artık sevimliliği kalmamış Daniel Radcliffe(Harry) ve Rupert Grint(Ron) ise başka gençlik dizi veya filmlerinde kendilerine yol çizselerdi. Şimdiden sonra, klişe tabirle ‘üzerlerine yapışmış’ büyücü çocuk tiplemesinden nasıl çıkacaklar hep birlikte göreceğiz bakalım. Emma Watson(Harmoine) ise bu kadar meşhur olduktan sonra filmlerde nemrut ve suratsız kız çocuğu rolünden, gerçek hayattaki çekici genç kadın kılığına çabuk geçiş yapacağından onun için endişelenmiyoruz bile.
Bu arada, hikayenin sonunu yani son filmin ikinci yarısı olan ‘Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 2’ yi seyretmeyecek miyiz? Seyredeceğiz elbette. Sırf o gölgesinden bile korkan büyücü Harry’nin şansın ve etrafındakilerin yarımı ile Ralph Fiennes’in neredeyse tanınmayacak kadar çirkinleştirilerek canlandırdığı ezeli düşman Lord Voldemort karakterini nasıl yenebileceğini görmek için gideceğiz.
Bu filmdeki gibi sıkıcı uzatılmış diyaloglar, oradan oraya uçmalar, millet büyüden sıkıldı bari Matrix tadında aksiyon koyalım arada dedikleri vurdu kırdı sahnelerinde n’apıcaz? Bir dahaki eleştirimizi tasarlayacağız!